10 Mart 2010 Çarşamba
Kuşların dünyası ,Kuş tüyleri
Kuş tüyleri
Kuş Tüylerinin Yapısı
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kuşlar; içi boş hafif kemiklerden oluşan iskelet yapıları, kendilerine özgü akciğer sistemleri, sıcakkanlı metabolizmaları gibi özellikleriyle sürüngenlerden çok farklıdır. Kuşlarla sürüngenlerin arasına aşılmaz bir uçurum koyan bir başka özellik ise, tamamen kuşlara has bir yapı olan tüylerdir.
Tüyler kuşları bu kadar ilginç kılan estetik unsurlardan en önemlisidir. "Tüy gibi hafif" sözü tüyün o zarif yapısındaki mükemmelliği açıklar niteliktedir.
Temelde protein yapısına sahip olan tüyler keratin adı verilen bir maddeden yapılmıştır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin besin ve oksijen kaynaklarından uzaklaşarak ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir.
Kuş tüylerindeki mükemmel yaratılış hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar komplekstir. Ünlü kuş bilimci Alan Feduccia, "tüylerin her özelliği aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler" der. Feduccia, evrim teorisinin çaresizliğini ise şöyle kabul eder:
Uçmak için böylesine tasarlanmış bir organın, nasıl olup da ilk başta başka bir amaca yönelik olarak ortaya çıktığını anlayamıyorum.
Tüylerdeki bu yaratılış, Charles Darwin'i de çok düşündürmüş, hatta tavus kuşu tüylerindeki mükemmel estetik kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmiş"ti. Darwin, arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta "gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım" dedikten sonra şöyle devam ediyordu:
Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor.
Tüycükler ve Çengeller
Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir yaratılış çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar.
Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa aerodinamik özellik kazandırır. Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin herbirinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur. Bu muhteşem yaratılışı daha yakından görmek için turna kuşunun tüylerinin yalnızca birisini ele alalım. Bu tek tüyün üzerinde, tüy borusunun her iki yanında uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, duman üflendiği takdirde bile aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ağır hallerde gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadır. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanır. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatır. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.
Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engeller. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlar.
Tüy Tipleri
Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadır. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir pozisyon alır. Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy döker. Yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri için hızla yenilenir.
Deride oluşan boş silindir yapı, tüylerin çıkış noktasıdır.
2-3 saatlik bir yavru kuş öncelikle ısıtıcı tüylere sahiptir.
Deniz Altındaki Sürekli Artan Çeşitlilik
Canlılık için özel olarak yaratılmış dünya
Günlük şehir hayatında karşılaşmadığımız, sadece akvaryumlarda, belgesellerde görebildiğimiz rengarenk balıklar, mercanlar, denizatları, su kaplumbağaları, foklar, yunuslar, balinalar, köpekbalıkları, ahtapotlar, ışıklı denizanaları, mürekkep balıkları, ıstakozlar, yengeçler, istiridyeler, deniz yıldızları, karidesler, planktonlar, süngerler vs denizaltındaki hayatın çok küçük bir kesimini bize yansıtır. Bu canlıların her birinin yaşadığı ortam ise kendisine özeldir. Örneğin, ılıman iklim kuşağındaki denizlere ait bir balığı, kutuplara götürseniz hayatını devam ettiremez. Aynı şekilde mercanlara ait bir balık da soğuk sularda yaşayamaz. Ya da kıyılarda yaşayan bir balığı okyanus derinliklerine koyup yüksek basınç altında hayatına devam etmesini bekleyemezsiniz. Hatta yaşam koşullarındaki hassasiyeti anlamak için, böylesine keskin farklılıklara da gerek yoktur. Deniz canlılarının yaşadıkları ortamdaki en ufak ısı değişimi, mineral oranlarındaki oynamalar ya da ancak özel tespitlerle anlaşılan suyun asit-baz dengesi gibi farklılıklara dahi toleransları yoktur.
Okyanuslarda derinliğe bağlı olarak sıcaklık, basınç, besin maddelerinin yoğunluğu ve ışık oranı değişir. Deniz yüzeyinden tabanına doğru inildikçe bu koşullar ciddi farklılık gösterir. En derin noktası 11.000 metre, ortalama derinliği ise 5.000 metre olan okyanuslarda, 100 metrenin altına güneş ışığı ulaşmaz. Dolayısıyla buralarda fotosentez imkanı yoktur; yüksek bir basınç, 2-4°C gibi düşük bir sıcaklık ve sürekli karanlık vardır. Kıt besin kaynakları, üst tabakalardan yağan atıklar ve organik maddelerden oluşur. Tüm bu zor koşullara rağmen, okyanusların derinliklerinde çeşitli balıklar, birbirlerinden çok farklı omurgasız hayvanlar ve mikroorganizmalar yaşar. Her derinlik seviyesinde, ortamın koşullarına uygun yapı ve sistemlere sahip canlılar yaşamlarını sürdürürler. Bir ayette Yüce Allah şöyle buyurur:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)
Canlılığın oluşması için gerekli olan koşullara bakıldığında, bir tek Dünya’nın böyle bir ortama olanak sağlayacak özelliklerde olduğu görülür. Yaşam için elverişli bu ortamı sağlamak içinse, saymakla bitirilemeyecek kadar koşul –Dünya’nın ısısı, eğikliği, Güneş’e olan uzaklığı, etrafındaki manyetik alan, çevresindeki atmosferin Dünya’yı koruyacak niteliklere sahip olması vb.- aynı anda, kesintisiz gerçekleşmelidir. Burada unutulmaması gereken önemli bir diğer nokta da, bu şartların her birinin yaşam için gerekli yegane alternatifler olmalarıdır.
Denizlerdeki zengin çeşitliliği barındıran yaşama elverişli koşullar, Dünya'nın evrendeki istisnai konumunun sadece bir yönüdür. İç içe geçmiş sistemlerden, birbirine bağlı hassas dengelerden oluşan evren, canlılığın var olması ve devamı için gereken kusursuz bir uyum ve düzene sahiptir. Çağımızda elde edilen tüm bulgular, kainatın ve Dünya'nın içindeki tüm detaylarla birlikte, sonsuz yoğunluktaki sıfır hacimli bir noktanın patlamasıyla, yokluktan var olduğunu göstermektedir. "Big Bang" olarak tanımlanan bu patlama sonucunda, mekanın sıfır olduğu bir noktadan, zamanın olmadığı bir an içinden trilyonlarca kilometre ile dahi ifade edemeyeceğimiz kadar uzun mesafeler, büyüklükler, hızlar, sıcaklıklar, hacimler belli bir düzen içinde, tam olmaları gereken miktarlarla var olmuşlardır. Tüm bunları yaratan Allah, yalnızca hızları, büyüklükleri ve sıcaklıkları değil, onlarla beraber canlılığa elverişli mükemmel bir ortamı ve sayısız çeşitlilikteki canlıları da yaratmıştır.
Evrende bu denli hassas dengeler üzerine kurulu bir düzenliliğin olması, kuşkusuz bunların hiçbir aşamasında tesadüflerin yeri olamayacağının en büyük delillerindendir. Bahsettiğimiz düzen, bir kayanın parçalanarak etrafa saçılması ve bu parçaların tesadüfen havada bir konum edinip binlerce yıl varlığını koruması gibi bir şey değildir. Burada yoktan bir yaratılış, patlamayla ortaya çıkan büyük bir düzen ve canlılık için özel olarak var olmuş sayısız koşullar söz konusudur. Evrenin kaosun, karmaşanın ve tesadüflerin ürünü olmadığını; ünlü bir kozmolog olan Martin Rees, bir evrimci olmasına karşın şu sözlerle dile getirmektedir:
Fizikçiler nereye bakarlarsa baksınlar, orada ince ayarın örneklerine tanık olurlar. 18
Günümüzde "ince ayar" (fine-tuning) kavramı ile ifade edilen bu şartlar, yeryüzünde canlılığın ne denli hassas bir dengeye bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Yüksek Enerji Fiziği alanında Nobel ödülü sahibi Prof. Steven Weinberg Scientific American dergisindeki bir yazısında şunları ifade etmektedir:
Doğa kanunları ve evrenin başlangıçtaki koşullarının bizim gözlemleyebildiğimiz canlıların var olmasını sağlayabilecek şekilde, son derece uygun olması ne kadar şaşırtıcıdır. Bildiğimiz gibi fiziksel değerlerin herhangi birindeki küçük bir değişiklik yaşamı olanaksız kılacaktır. 19
Ünlü yazar ve teorik fizik profesörü Paul Davies de Dünya'nın özel bir gezegen olduğunu ifade eden çok sayıdaki bilim adamından biridir:
Asıl muhteşem olay, Dünya'daki hayatın bıçak sırtındaki dengesi değil, tüm evrenin bıçak sırtındaki dengesidir ve doğal sabitlerinin küçücük bir değişimi tamamıyle bir kaosa neden olacaktır. 20
İngiliz astrofizikçi George Ellis ise sahip olduğu bilgilerden şu sonuca ulaşmaktadır:
Evrendeki kompleksliği meydana getiren kanunlarda hayret verici bir ince ayar görülmektedir. Evrende meydana gelen bu komplekslik karşısında "mucize" kelimesini kullanmamak çok güçtür. 21
İç içe geçmiş kompleks bir sistem olan evrende küçük sayılar, dereceler, açılar canlılığın oluşumunda tahminlerimizin ötesinde önem taşırlar. Peki tüm bunlar bize neyi düşündürmelidir? Eğer varlığımızı evrenin bir ucundaki olaylar bile etkileyebiliyorsa, evrende domino taşları gibi birbirini etkileyen dengeler zinciri varsa ve evren var olduğundan beri bu düzen büyük bir hassasiyetle korunuyorsa, bunun açıklaması kör tesadüfler olabilir mi? Elbetteki hayır... Çok açık bir gerçek olarak böyle bir ihtimalin üzerinde durmak bile akıl ve mantık dışıdır. Evrendeki düzeni sağlamak için gereken tüm koşulların aynı anda olması ve bunların her an her dakika devam etmesi üstün bir Yaratıcının varlığının apaçık bir delilidir. Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Su dünyası Deniz Altındaki Sürekli Artan Çeşitlilik
Deniz Altındaki Sürekli Artan Çeşitlilik
İçinde yaşadığımız gezegen -Dünya-, evrenin hiçbir yerinde olmayan özelliklere sahiptir: Yeryüzünün %70'i sularla kaplıdır ve kimi yerlerde derinliği Everest Dağı'nın yüksekliğinden bile fazla olabilen bu sularda, diplere doğru indikçe rengarenk bir dünya ile karşılaşırız. Farklı renkleri ve yapılarıyla, birbirinden ilginç avlanma ve savunma taktikleriyle milyonlarca canlı çeşidi yaşamını sürdürür.
Yeryüzündeki canlı türlerinin sayısı ile ilgili tahminler günümüzde 100 milyon rakamına kadar varmaktır. ?u ana kadar tanımlanmış canlıların sayısı ise sadece 1.4 milyon kadardır.1 Norveç İklim Araştırmaları Bjerkness Merkezi'nden Vigdis Vandvik, canlı türlerinin sayısı ile ilgili "Bu, evrendeki yıldızların sayısını saymak gibi bir şey. Dünyadaki hayvanların ve bitkilerin sayısı hakkında tam bir tahminde bulunmak imkansız." demektedir.2
Bir an için yeryüzündeki sularda hiçbir canlı yaşamadığını düşünelim. O zaman Dünya'daki canlı türlerinin %90'ının olmadığı bir Dünya hayal etmemiz gerekirdi. İşte okyanus ve denizler böylesine zengin canlı türlerini barındırmaktadır. Rutgers Üniversitesi Deniz ve Kıyı Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Frederick Grassle, araştırmalarına dayanarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
Topladığımız örnekler gösterdi ki okyanus tabanı, gerçekte, mevcut tür sayısı açısından tropikal yağmur ormanlarıyla yarışabilir. Okyanus dibi fiziksel olarak bir çölü andırabilir, fakat tür çeşitliliği açısından daha çok tropikal bir yağmur ormanı gibidir.3
Daha önce yaşamın olmadığı sanılan bir ortamda, okyanusların birkaç bin metre tabanında şaşırtıcı bir tür zenginliğinin var olduğu ortaya çıkmıştır. Bir araştırmada, 2.100 metre derinlikteki okyanus tabanından alınan her 30x30 cm2'lik örnekte, 55-135 farklı tür bulunmuştur.4 Güney Avustralya açıklarındaki bir diğer araştırmada ise, 10 m2'lik deniz zemininde 800'den fazla türün varlığı belirlenmiştir.5 Sadece bakteri türü olarak bile, bir litre deniz suyunda 20.000'in üzerinde çeşit bulunduğu bilinmektedir.6 Harvard Üniversitesi'nden Prof. Edward O. Wilson, In Search of Nature (Doğanın Gizli Bahçesi) adlı kitabında canlı türlerindeki çeşitlilikle ilgili şu gerçekleri ifade etmiştir:
Öncelikle biyolojik çeşitlilik miktarı konusunu düşünün. Dünya üzerindeki organizma türlerinin sayısı tam olarak bilinmiyor. Bugüne kadar yaklaşık 1,5 milyon türe isim verilmiştir, ama gerçek sayı muhtemelen 10 milyon ile 100 milyon arasındadır... Tropik yağmur ormanlarındaki en az bir iki milyon, hatta onlarca milyon eklembacaklı türü üzerinde de fazla çalışma yapılmamıştır; derin denizlerin engin tabanında yaşayan milyonlarca omurgasız türü üzerinde de. Ancak sistematiğin esas karadeliği bakterilerdir. Kabaca 4.000 bakteri türünün resmen tanımlanmış olmasına rağmen, yakın zaman önce Norveç’te yapılan araştırmalar, orman toprağının her bir gramında bulunan 10 milyar organizmanın arasında bilim için neredeyse tümüyle yeni olan 4.000 ila 5.000 bakteri türünün varlığını ortaya çıkarmıştır, ayrıca sığ deniz çökeltilerinin her bir gramında da birinci gruba dahil olmayan ve yine çoğu yeni 4.000 ila 5.000 tür daha bulunmuştur.7
Dev okyanus kitlelerinin içindeki çeşitlilik
Dev okyanus kitlelerinin içinde varlığından ancak 21. yüzyılda haberdar olduğumuz sayısız canlıdan biri de, okyanus dibindeki çamur tabakasında bulunan ve metan tüketen bakterilerdir.8 Gözle görülemeyen bu canlılar, derin denizlerin bir köşesinde insan için hayati öneme sahip bir faaliyet göstermektedir. Bu mikroorganizmaların her yıl yaklaşık 300 milyon ton kadar metan tükettikleri tahmin edilmektedir ve uzmanlara göre; "Bu miktar, insanların tarım, çöp gömme, ya da fosil yakıt kullanma yollarıyla atmosfere saldıkları metan miktarına eşittir."9 Dolayısıyla tek bir canlı türü bile aslında Dünya üzerindeki hassas dengenin bir zincirini oluşturur. Bir Kuran ayetine şöyle bildirilmektedir:
... Karada ve denizde olanların tümünü O bilir. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi ve herşey apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Diğer taraftan gelişen teknoloji ile birlikte, her geçen gün okyanuslarda yeni canlı türlerini keşfetmek mümkün olmaktadır. Tuscia Üniversitesi'nden Francesco Canganella ve Japonya Deniz Bilimi ve Teknolojisi Merkezi'nden Chiaki Kato'nun belirttikleri gibi, "Araştırmacıların çabalarına ve bilimsel metotlardaki gelişmelere rağmen, okyanusların sadece küçük bir bölümü kolaylıkla erişilebilir durumdadır ve bundan dolayı deniz dünyasının büyük bölümü henüz bilinmemektedir."10 Dolayısıyla her yeni araştırma bilinmeyen türlerin varlığını gün ışığına çıkarmaktadır. Bilim ve doğa tarihi yazarı Joseph Wallace, A Gathering of Wonders (Harikalar Topluluğu) adlı kitabında, konu ile ilgili şu satırlara yer vermektedir:
Balık bilimci Melanie Stiassny, "Herkes Dünya'nın büyük bir bölümünün sularla kaplı olduğunu bilmesine rağmen, çok az kişi bunun %2.5’inin tatlı su olduğunun farkındadır." Daha da şaşırtıcısı bu kadar küçük bir su yüzdesinin oldukça fazla balık türüne ev sahipliği yapıyor olmasıdır. Tuzlu su ve tatlı su balıkları hep birlikte omurgalı hayatının en çeşitli dalını oluştururlar, şimdiye kadar 25.000 türü tanımlanmıştır. Her yıl yaklaşık 200 yeni balık türü tanımlanmaktadır ve daha fazla bilim adamı bunları tanımlayabiliyor olsaydı yılda daha fazlası tanımlanmış olurdu.11
Washington'daki Deniz Yaşamı Nüfus Sayımı Kuruluşu'nda çalışan biyolog Prof. Ron O'Dor ise şunları ifade etmektedir:
Okyanusun pek çok bölümü daha hiç araştırılmadı... Tahminlerimize göre okyanusun onda bir bölümünün sadece yüzde biri biyolojik anlamda örneklendirilebildi - hatta daha azı kadar.12
Woods Hole'daki Deniz Biyolojisi Laboratuvarı'ndan Amerikalı bilim adamı Mitchell Sogin de, canlılardaki çeşitliliğin bilinen veya tahmin edilenin çok üstünde olduğunu vurgulayarak, bu konuda yaptıkları çalışmanın ardından şunları ifade etmiştir:
Bu (çalışma) gerçekten, bilgi eksikliğimize ve daha öğrenecek ne kadar çok şey olduğuna işaret etmektedir.13
Dünyanın her köşesi muazzam bir çeşitlilikle kuşatılmıştır. Binlerce metre derinlikteki okyanuslardan küçük göletlere, soğuk kutup bölgelerinden okyanus dibindeki sıcak su kaynaklarına kadar her yerde çok sayıda canlı türü bulunmaktadır. Çıplak gözle görülmeyen diatomlardan tonlarca ağırlıktaki dev balinalara, tek hücreli planktonlardan sonar sistemli yunuslara, süratle dalış yapan foklardan rengarenk mercan balıklarına, tüm canlılar Allah'ın eşi olmayan yaratma sanatının örnekleridir. Prof. Edward O. Wilson evrimci bir biyolog olmasına rağmen, doğadaki çeşitlilik karşısında şunları dile getirmekten kendini alamamıştır:
Biyolojik çeşitlilik Yaratılıştır. Her biri milyarlara varan nükleotid çiftleriyle ve çok daha fazla sayıda, aslına bakılırsa astronomik sayıda, olası genetik kombinasyonla belirlenen on milyon belki daha fazla tür halen hayattadır... Canlı organizmaların Dünya’nın kütlesinin sadece on milyarda birini oluşturmasına rağmen, biyolojik çeşitlilik bilinen evrenin bilgi açısından en zengin kısmıdır. Bir avuç toprakta diğer bütün gezegenlerin toplam yüzeylerinde olduğundan çok daha fazla örgütlenme ve karmaşıklık vardır.14
Böylesine çeşitli canlıların birbirlerine bağımlı bir hayat dengesi içinde yaşamaları insanların üzerinde düşünmesi gereken bir durumdur. Allah'ın yarattığı tüm çeşitleri tespit edebilmek dahi şu an için mümkün gözükmektedir. Her bir canlı Allah'ın ilminin genişliğinin, sanatının zenginliğinin bir yansımasıdır ve incelemeye, öğrenmeye değer pek çok özelliğe sahiptir. Allah Kuran’da bir ayetinde şöyle bildirmektedir.
?üphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)
Sıcak Su Ağızlarındaki Çeşitlilik, Yaratılışın Delillerindendir
Okyanus dibinde ekosistemi sağlayan sıcak su kaynakları, Dünya'nın kabuğundaki yarıklardan, içinde çeşitli minerallerin bulunduğu sıcak suyun çıktığı yerlerdir. 1977 yılında Galapagos Adaları’nın 320 km kuzeydoğusunda, deniz yüzeyinden 1.600 metre derinliklerindeki sıcak su ağızlarında yapılan araştırmalarda, daha önceden bilinmeyen canlılık keşfedildi. Bu araştırmalarda bilim adamlarını en çok şaşırtan, canlıların ölümüne sebep olacak kadar sıcak, paramparça edecek kadar da asitli sularla kaplı bir bölgede, yaşamını sürdürebilen canlı çeşitliliği olmuştur.15 Sıcaklığın 1000C’yi bulduğu bu kaynakların çevresinde şimdiye kadar 300'den fazla tür saptanmıştır.16 Peki ama bu canlı türleri nasıl olup da hem Güneş ışığı olmadığı için besin sağlanamayan, hem de son derece zehirli bir ortamda yaşayabilmektedirler?
Bu sularda yaşayan canlılar, volkan ağızlarından yayılan hidrojen sülfürün (H2S) zehirleyici özelliğini etkisiz kılacak bir yaratılışa sahiptir. Allah’ın yarattığı bu özel sistem sayesinde zehirlenip ölmedikleri gibi, ihtiyacını duydukları besini ve enerjiyi de rahatça temin edebilmektedirler. Bunun için hidrojen sülfürü (H2S) oksijen ile "yakarak", su ve çeşitli sülfatlar üreten bakterilerden faydalanırlar.
Hidrojen sülfür + Oksijen - Su + Sülfatlar
"Kemosentez" olarak adlandırılan bu işlemde bakteriler, kükürdü işleyerek besin üretirler. Böylece okyanusun derinliklerindeki su ağızlarında, pek çok canlı bu bakterilerle ortak yaşam içerisinde, besin elde etmek için ışığa ya da suyun yüzeyinden aşağıya çöken canlı artıklarına ihtiyaç duymadan yaşarlar.
Bu canlılar arasında en dikkat çekici olanı, ne besin alacak bir ağzı ne de aldığı besinleri sindirecek bir sindirim sistemi olmayan dev tüp solucanlarıdır. Araştırmalar sonucunda dev tüp solucanlarının (Riftia pachyptila), "trofozom" adı verilen organında kemosentez yapan bakteriler olduğu ortaya çıkmıştır. Öyle ki, tüp solucanının her 28 gramlık dokusu 285 milyar bakteri içermektedir.17 Dev tüp solucanı kendi hücreleri içinde yaşayan bakterilere kimyasal madde sağlarken, bakteriler de solucana besin sağlamaktadır.
Midye, yengeç, karides, deniz tarağı ve istiridye gibi ağız çevresinde yaşayan daha pek çok canlı da, kemosentez yapan bu bakterilerle benzer bir ortak yaşam ilişkisi içindedir. Sülfürü gerçekleştirdikleri kimyasal işlemler sayesinde kullanıma uygun hale getiren bu bakteriler, diğer hayvan türleri için yiyecek sağlayarak volkanik ağızdaki besin zincirinin temelini oluştururlar. Bazı omurgasızlar bu mikroorganizmalar sayesinde, ahtapot gibi hayvanlar ise bu omurgasızlar sayesinde soylarını devam ettirirler. Yakın bir zamana kadar canlılığın olmadığı sanılan bu ortamdaki türlerin zenginliği ve uyumu hayranlık vericidir.
Bilim dünyasında büyük yankı uyandıran sıcak su ağızlarının keşfi, önemli bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Bu bölgelerde olağanüstü bir şekilde yaşayan canlıların bir bölümü tespit edilmiş olsa da, halen %95’i tanımlanamamıştır. Her yeni araştırma ve gelişme, okyanus tabanının zenginliği hakkında ne kadar az şey bildiğimizin bir göstergesi olmaktadır. Sıcak su ağızlarındaki bu yaşam ve canlı çeşitliliği Yüce Rabbimiz’in evrenin her noktasındaki hakimiyetini, ilmini ve rahmetini sergilemektedir. Evrendeki herşeyi yaratan, evrenin her köşesinde sonsuz aklını tecelli ettiren Yüce Allah’tır. Allah’ın ilmiyle her yeri kuşattığı Kuran’da şu şekilde bildirilmektedir:
Sizin İlahınız yalnızca Allah’tır ki, O’nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. (Taha Suresi, 98)
Su dünyası Somon balıkları
Somon balıkları
SOMON BALIKLARINDAKİ ŞAŞIRTICI YÖN TAYİN SİSTEMİ
Göç eden canlılar içinde en bilinenlerinden bir tanesi de somon balıklarıdır. Somonlar çoğunlukla yaz sonu veya sonbaharda, akarsularda yumurtlarlar. Kuluçka devresi suyun sıcaklığına göre 60 ile 200 gün arasında değişir. Yavrular kışın sonunda yumurtalardan çıkarlar. Pembe somon balıkları hemen hemen yumurtadan çıkar çıkmaz denize doğru göç etmeye başlar; köpek somonları birkaç hafta beslendikten sonra, kral ve Atlantik somonları ise akarsularda 1 ile 3 yıl arasında değişen gelişim sürelerini tamamladıktan sonra denizlere açılırlar.Genç somon balıkları hayatlarının ilk göçlerinde içinde bulundukları ırmakta akıntı boyunca ilerler; denize doğru yaptıkları bu yolculukta çağlayanlar, kirli sular ve kendilerini avlamak isteyen büyük balıklar gibi türlü tehlikelerle karşı karşıya gelirler. Bunları atlatıp denize ulaşanlar göçlerini tamamlamış olurlar. Denizlerde birkaç yıl geçirdikten sonra iyice gelişip üreme olgunluğuna erişenler hayret verici yeni bir göçe başlar.
Somon Balığının İnanılmaz Yolculuğu Başlıyor
Somonun dönüş yolculuğu sonunda varmak istediği hedef, yumurtadan çıktığı başka bir deyişle dünyaya geldiği yerdir. Bunun nedeni de balıkların yumurtlamak için seçtikleri yerin doğdukları ırmak yatağı olmasıdır. Atlantik somonları söz konusu göçü her sene yinelerken, diğerleri ömürleri boyunca sadece bir kere göç ederler.Bu yolculukta, akıllara durgunluk veren ilk gerçek balığın yol alması gereken mesafenin uzunluğudur. Açık denizlerde seyreden somonların amaçlarına ulaşmaları için binlerce kilometre yüzmeleri gerekmektedir. Örneğin, bir köpek somon balığı sonbahardaki yumurtlama döneminde, Yukon Nehri boyunca 3200 kilometreden fazla yüzer. Bir kırmızı somon 1600 kilometreden daha fazla yol kateder. Dikkat çeken bir diğer nokta somonların yaptıkları ideal zamanlamadır. Bu sayede uzun yolculuklarını tam yumurtlama dönemlerine denk getirecek şekilde planlarlar. Örnek olarak, bir Atlantik somonu günde ortalama 6-7 kilometre yüzerek gideceği yere ulaşır; ilkbaharın sonunda başladığı göçünü sonbahar aylarının sonunda tamamlar.
Balığın çözmesi gereken ilk önemli sorun, gençlik dönemindeki yolculuğunda içinde gezindiği akarsuyun denize dökülen ağzını bulmaktır. Çünkü dönüş yolculuğunda izleyeceği rotayı ona göre belirleyecektir. Hiçbir somon bu konuda hataya düşmez. Kendisinin bir zamanlar denize açıldığı ırmağın ağzını tek bir denemede kolaylıkla bulur. Üstelik bunu harita veya pusula gibi yön bulmasına yardımcı olacak araçlar kullanmadan gerçekleştirir.Akarsuya giren somon büyük bir kararlılıkla akıntıya karşı yüzmeye başlar. Bundan sonraki işi ilk yolculuğuna kıyasla çok daha zordur. Somon balığı hedefine ulaşmak için ırmağın kuvvetli akıntısıyla mücadele eder; su yüzeyinden yaklaşık 4 metre kadar yükseğe sıçrayarak şelale ve çağlayanları aşar. Yolculuk sırasında, üst yüzgecinin su dışında kalmasına neden olacak kadar sığ sulardan geçer. Bu sığ sularda, kendilerini avlamak için bekleyen kuşlar, ayılar ve bir sürü yabani hayvanın tehditleriyle karşılaşır.Nehir boyunca ilerleyen somonun rotasını tespit ederken bazı önemli kararlar alması da gerekir. Karanın oldukça içlerinde, bir ırmağın herhangi bir kolunda dünyaya gelen balık aynı yere ulaşabilmek için nehrin her iki kola ayrılışında doğru tarafa yönelmek zorundadır. Somonlar hayatlarında sadece bir defa geçtikleri yolları şaşırmadan bulur; her defasında kendilerini doğdukları yere götürecek nehir koluna saparlar.Üstesinden gelinmesi gereken güçlükler bu kadarla da sınırlı değildir. Balık, yolculuğu boyunca olağanüstü çaba gösterir, fakat beklenilenin aksine herhangi bir gıda almaz. Yorucu göçü sırasında kendisine gerekecek enerjiyi önceden hatasız bir şekilde hesaplamış ve yakıtını yolculuk öncesinde vücudunda depolamıştır.Deniz ve akarsuların tuz oranı, su sıcaklığı gibi birbirinden farklı özelliklerinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bu noktada karşılaştığımız gerçek şudur: Somonlar bu iki ortama da kusursuz uyum sağlayacak donanıma sahiptirler.Tüm olumsuzluklara ve zorluklara rağmen somon balıkları inanılması güç yolculuklarını başarıyla tamamlar; doğdukları ortamlarda yumurtalarını bırakırlar. Somon nesli de milyonlarca senedir süregelen bu muazzam yolculukla devam eder. Somon balıklarının başarılarının büyüklüğü kıyaslarla daha da iyi anlaşılabilir. Örneğin, bir insanın yardım almadan ve yön gösteren bir araç kullanmadan, belirli bir zaman içinde, binlerce kilometrelik mesafeden doğduğu eve sadece bir kere geçtiği engebeli yollardan hatasız bir şekilde geri dönmesi oldukça az bir ihtimaldir. Ancak somonlar insanlar için imkansız olan bu ihtimali doğar doğmaz başaracak kabiliyette yaratılmışlardır. Allah’ın somon balıklarında yarattığı özel tasarımlar sayesinde bu canlılar binlerce kilometrelik yolu rahatlıkla kat etmektedirler.
Koku Alma Mekanizması
Somon balıklarının bu müthiş yolculuğu nasıl gerçekleştirdiğini anlamak amacıyla Amerika’daki Wisconsin Lake Laboratuvarlarında çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar somonların yönlerini belirlerken koku alma duyularını kullandıklarını ortaya çıkarmıştır.Somonların iki delikli bir burnu vardır. Su bir delikten girer, diğer delikten çıkar. Bu delikler balığın soluk almasıyla eş zamanlı olarak açılıp kapanacak şekilde tasarlanmıştır. Herhangi bir kokulu madde ihtiva eden su buruna girdiğinde, balığın burnundaki alıcılar kimyasal olarak uyarılır. Bu kimyasal uyarı bir enzim reaksiyonuyla elektrik sinyallerine dönüştürülür ve merkezi sinir sistemine ulaştırılır. Karada yaşayan omurgalı bir canlıda, koku moleküllerinin burundaki mukus tabakada çözülmesiyle koku alma gerçekleşir. Buna karşın balıklarda çözünme gibi bir aşama söz konusu değildir. Çünkü koku zaten suyun içindedir ve çözünür haldedir. Somon balıkları da sahip oldukları bu avantajı değerlendirir; adeta koku alma hissi çok gelişmiş av köpekleri gibi kokuyu kaynağına kadar takip edebilirler.Wisconsin Lake Laboratuvarlarında ilk olarak, balıkların çeşitli kokular arasındaki farklılıkları ne düzeyde algılayabildikleri sorusuna cevap aranmıştır. Bu amaçla özel kanalları olan bir akvaryum tasarlanmış ve her kanala farklı bir bitkinin kokusu şırınga edilmiştir. Deneyde sadece belirli bir kanalı kullanan balıklar ödüllendirilmiş, diğer kanalları kullanan balıklar ise elektrik şokuyla cezalandırılmışlardır. İşlemler 14 ayrı koku kullanılarak tekrarlanmıştır. Deney sonucunda balıkların kısa bir öğrenim sürecinin ardından, her defasında ödüllü kokuyu diğerlerinden ayırabildikleri görülmüştür.
Önemli diğer bir bulgu da üzerinde deney yapılan yavru balıkların 3 yıl sonra bile doğru kokuyu hatasız tespit etmeleri olmuştur.Bilim adamları araştırmanın sonuçlarına dayanarak balıkların insanla kıyaslanamayacak kadar güçlü bir koku alma duyusuna sahip oldukları kanaatine varırlar ve şöyle bir hipotez geliştirirler: “Her akıntının kendine has bir kokusu vardır. Genç somon denize doğru yaptığı ilk yolculuğu sırasında kokuları tek tek hafızasına almaktadır. Dönüş yolculuğunda da hafızasındaki kokuların yardımıyla doğduğu yeri bulmaktadır.” Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller Unıversity W. H. Freeman Com., San Francisco, ss.52-55.
Peki gerçekten her akıntının kendine özgü bir kokusu var mıdır? Bunu anlamak için yukarıdaki deney iki ayrı ırmağın suyuyla tekrarlandığında, balıkların bunları ayırt edebildikleri görülmüştür. Koku duyuları hasara uğratılmış somonlar ise deneylerde başarısız olmuşlardır.Bunların ardından araştırmalar bir adım ileri götürülerek balıkların doğal ortamlarında sürdürülmüştür. Washington’daki Issaquah Nehri’nde, özel olarak burunları tıkanmış balıklar gözlem altına alınmıştır. Bu deneyde de koku alma duyularından yoksun bırakılan somonların şaşırdıkları ve yollarını bulamadıkları görülmüştür.Bugüne kadar yapılan araştırmaların sonuçları bir gerçeğe işaret etmektedir: Somon balıklarının koku duyusu insanı hayrete düşürecek bir hassasiyettedir. Bu canlılardaki üstün koku alma sisteminin de yön tespitinde önemli bir rol oynadığı açıktır.
Somonlardaki Bilinmeyen Sistemler
Somonlar üzerinde yapılan bazı araştırmaların ortaya koyduğu gerçekler oldukça düşündürücüdür. Söz konusu sonuçlara göre bu balıklar, yönlerini tayin ederlerken kokuyla birlikte başka sistemler de kullanmaktadır.Horsefly Nehri’nde düzenlenen bir deneyde, nehrin bir kolunda doğan somon yavruları doğdukları yerden alınmış; daha sonra oldukça uzaktaki nehrin ana koluna götürülerek suya bırakılmışlardır. Araştırmacılar balıkları özel kaplar içinde kara yoluyla taşımışlardır. Yapılan gözlemlerde, yavruların denize açıldıktan tam üç yıl sonra doğdukları nehir yatağına geri döndükleri kaydedilmiştir. Bu sonuç araştırmacıları hayrete düşürmüştür. Kara yoluyla taşınan balıklar, koku arşivlerindeki eksik verilere rağmen nasıl olmuş da dünyaya geldikleri noktaya geri dönebilmiştir? Bu ve benzeri sorular günümüzün bilim dünyası için muamma niteliğini korumaktadır.Somonların göç yolculuğu ve muhteşem yön bulma mekanizmaları Darwinizm’i açmaza sokan gerçeklerden biridir. Balıkların davranışları karşısında çaresizliğe düşen evrimciler “içgüdü” kelimesinin arkasına sığınmaktadır. Bu içgüdünün anlamı ve mahiyeti belirsizdir. Üstelik evrimin temel iddiasına taban tabana zıttır. Eğer tüm canlılar evrimin ileri sürdüğü gibi bencil bir yaşam mücadelesi içindeyseler, somonlar neden hayatları pahasına binlerce kilometrelik zorlu bir yolculuğa kalkışıyorlar? Niçin kendilerine hiçbir çıkar sağlamayan bir göç yapıyorlar? Niye denizlerdeki zengin beslenme kaynaklarını terk ediyorlar? Yumurtalarını neden denize veya akarsuların başına değil de denizden binlerce kilometre içerideki nehir kollarına bırakıyorlar? Nasıl yönlerini kaybetmeden hedeflerine ulaşabiliyorlar? İdeal zamanlamayı nasıl yapabiliyorlar?Bu soruların cevapları ve somon balıklarından almamız gereken dersler açıktır. Allah’ın yarattığı kusursuz ekolojik denge içerisinde her detay incelikle planlanmıştır. Atomlardan galaksilere, bir yaprağın düşüşünden gezegenlerin hareketlerine kadar herşey kusursuz bir şekilde düzenlenmiştir. Her canlı mükemmel sistemlerle donatılmıştır ve üzerine sorumluluğunu Allah’ın ilhamı ile eksiksiz yerine getirmektedir. Somonlar da diğer tüm canlılar gibi Allah’tan aldıkları ilhamla hareket etmekte ve O’nun yaratışındaki ihtişamı gözler önüne sermektedir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
"… O'nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim doğrdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)
Su dünyası Köpek balıkları
Köpek balıkları
KÖPEK BALIKLARINDAKİ ÖZEL ISITMA SİSTEMLERİ ve ELEKTRİKSEL ALGILAYICILAR
Görme olayındaki kimyasal süreci etkileyen temel faktör sıcaklıktır. Hava serinledikçe kimyasal reaksiyonlar daha uzun zaman alır, bu da bazı canlıların görüş yeteneğini etkiler. Örneğin soğukkanlı canlılar (sürüngenler, timsahlar vs.), özellikle hızlı hareket eden nesneleri görmek istiyorlarsa kendilerini ısıtmak durumundadırlar.
Bir yılan bahar geldiğinde faal olmak istiyorsa önce güneş banyosu yapmak zorundadır. Sıcakkanlı avcıların tersine avını görmek için ısınmalıdır. Bir başka soğukkanlı hayvan olan timsahlar yılanlara göre daha avantajlıdırlar. Çünkü sıcak iklimlerde yaşarlar.Güneş, avlarını görüp yakalamaları için gerekli ısıyı onlara sürekli olarak sağlamaktadır. Soğuk ortamlarda yaşayan soğukkanlı hayvanlar ise bu problemi olağanüstü vücut tasarımları sayesinde çözerler. Örnek olarak beyaz köpekbalıklarını ele alalım. Bu canlılar avlarını gözleri ile takip ederek yakalarlar. Hatta fok balıkları veya diğer avlara bakmak için suyun yüzeyine bile göz atarlar. Ancak sıcak mercan kayalıklarında değil de serin okyanuslarda gezindiğinde beyaz köpekbalıklarının gözleri hızla hareket eden avlarını takip etmede çok ağır kalır. Ancak köpek balığı böyle bir problem yaşamaz. Çünkü beyaz köpekbalıklarının gözleri kendileri gibi soğukkanlı değildir. Bu köpek balığı türünde vücut kaslarının ısısı gözlere aktarılır. Bu sayede en hızlı hareket eden balıkları hatta fok balıklarını bile yakalayabilirler.
SUPERNATURAL, The Unsee Powers of Animals,John Downer, Published by BBC Worldwide Ltd., London 199, ss. 149-150.
Peki görme duyuları, suyun içindeki hareketleri takip edemeyecek kadar zayıf olan diğer köpek balıkları nasıl avlanırlar? Köpekbalıklarının, öyle mükemmel bir yaratılışları vardır ki, sudaki tüm titreşimleri ve kokuları, suyun ısısındaki değişimleri, tuzluluk oranını ve özellikle de hareket halindeki hayvanların yol açtığı elektrik alanındaki en küçük değişiklikleri bile hissedebilirler.
Marie-Sophie Germain, Science et Vie, No:966, Mart 1998, ss.85-89
Bunun nasıl gerçekleştiği sorusunun cevabı ise bizi çok açık bir yaratılış mucizesine götürür.Bütün canlılar ısı dışında elektrik de yayarlar. Karada yaşayan bir canlının bu akımları hissetmesi zordur çünkü hava bir yalıtkan görevi görür. Ancak suyun içerisinde durum farklıdır elektrik doğal bir iletken olan suyun içerisine akar. Dolayısı ile bu elektriği hissedebilen bir canlı son derce gelişmiş bir duyuya sahip olmuş olur. Köpekbalıkları da sudaki tüm titreşimleri, suyun ısısındaki değişimleri, tuzluluk oranını ve özellikle de hareket halindeki canlıların yol açtığı elektrik alanındaki küçük değişiklikleri bile hissedebilirler.Köpek balıklarının vücutlarında, içi jöle dolu çok sayıda oluk mevcuttur. Bu oluklar sıkllıkla köpekbalığının kafasında yerleştirilmiş olmasına karşın, balığın tüm vücudu boyunca da dağılmıştır. “Lorenzini ampülleri” olarak adlandırılan bu özel organlar mükemmel birer elektrik algılayıcılarıdır. Bu organlar, başın ve hayvanın yüzündeki sivri kısmın üstünde bulunan gözeneklere bağlıdırlar. Ve elektrik algılayıcısı (elektroreseptör) olarak son derece hassastırlar.
Köpek balıkları ve vatozlar bu algılayıcılarını kullanarak avlarını bulurlar. Algılayıcılar o kadar hassastırlar ki bir voltun 20 milyarda biri büyüklüğünde akımları hissedebilirler. Bu birbirinden 3000 kilometre uzaklıkta duran iki adet 1.5 voltluk kalem pil arasındaki voltajı hissetmeye benzetilebilir.
SUPERNATURAL, The Unsee Powers of Animals, John Downer, Published by BBC Worldwide Ltd., London 199, s. 17.
Yaralı bir balık suyun içinde çırpındığında camgöz köpekbalıklarının tüm duyuları alarma geçer. Balıktan yayılan sualtı sesleri (düşük frekanslı titreşimler) köpekbalıklarını çeker. Avlarına yaklaştıklarında Lorenzini ampulleri çok daha belirgin biçimde çalışmaya başlar. Öyle ki köpekbalıkları yaralı balığın kalp atışlarının ve kaslarındaki kasılmaların yol açtığı çok küçük elektrik akımlarını bile hissederler. Bu sayede avlarının yerini tam olarak saptarlar. Elektriksel uyarıları algılayacak bir mekanizmanın kendiliğinden ortaya çıkamayacağı çok açıktır. Köpekbalıklarının son derece isabetli ölçümler yapmasını sağlayan bu vücut sistemi çok açık bir şekilde yaratılışı kanıtlar. Üstelik Lorenzini ampulleri köpekbalıklarının sahip oldukları özelliklerden yalnızca biridir. Köpekbalıkları gerek solunum sistemleri, gerek yollarını bulmalarını sağlayan manyetik alıcıları, gerekse hızlı yüzme yetenekleri ile birer yaratılış mucizesidirler. Allah bütün canlıları olduğu gibi köpekbalıklarını da eksiksiz bir şekilde yaratmıştır.Bu gibi bilgiler Allah’ın ilminin sonsuzluğunu ve benzersizliğini düşünmek için birer vesiledir. Düşünen insanlar için Allah’ın yarattığı herşeyde ibretler vardır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmiştir:Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
"Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… "(Nahl Suresi, 65-66)
Su dünyası Balıkların yüzme tekniği
Balıkların yüzme tekniği
Tüm makineler sabit bir eksen etrafında, sabit bir dönme hızında hareket eden şaft denen parçalar aracılığı ile güç üretirler. Ancak bu kural hayvanlar için geçerli değildir. Çünkü hayvanların bütün vücutları kan damarları ve sinirlerle sarılmıştır. Bu nedenle sabit bir eksen etrafında hareket edecek bir parçayı kullanarak güç üretmeleri imkansızdır. Peki öyleyse canlıların hareketine imkan veren sistem nasıl çalışır? Hayvanlar, ileri geri hareket eden ve manivelaya benzeyen, mükemmel tasarlanmış yapılar sayesinde hareket ederler. Hayvanların güç üreten motorları büzülüp esneme özelliğine sahip olan kaslarıdır.Bu motorların bir örneğine su canlılarında rastlayabilirsiniz. Bu canlılardaki her bir manivela birbirine öyle bir biçimde bağlanmıştır ki, hareket tek bir düzlemde gerçekleşir. Bu hareketi balıkların sudaki yüzüşünü düşünerek gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Balığın omurgası, yerde kıvrılıp giden bir yılan gibi devamlı olarak sağa sola kıvrılır. Bir balığın yüzebilmesi için kuyruğunu sağa sola sallaması yeterlidir. Normal şartlar altında kuyruk bir yöne büküldüğünde, balığın ön tarafının arka tarafın tersi yönde aynı şiddette savrulması gereklidir. Ancak böyle olmaz. Çünkü balıkların ön tarafı bu etkiyi ortadan kaldıracak biçimde yaratılmıştır. Aynı zamanda su, hareket esnasında baş tarafa dikey bir kuvvetle etki eder. Tüm bunlar baş kısmındaki su içindeki salınımın kuyruk kısmındakinden daha küçük olmasına neden olur. İki tarafın arasındaki bu fark balığın su içindeki hareketine neden olur. Balığın ileri doğru hareket hızı, yüzgecin balığın omurgasından geçen eksenin sağı ve soluna gidiş geliş hızı ile doğrudan bağlantılıdır. Yüzgeç eksene yaklaştığında hız artar, uzaklaştığında da azalır.Acaba bu sistem ne kadar verimlidir? Dalgalanan bir kuyruk bir denizaltının motorları ile kıyaslanırsa nasıl bir sonuç alınırdı?Cambridge Üniversitesinden Prof. Richard Bainbridge ve arkadaşları bir su altı kamerasıyla yaptıkları gözlemlerle bu sorulara yanıt aramışlardır.Gözlemler, sualtında sakin duran balıkların korkutulduklarında inanılmaz bir hızla harekete geçebildiklerini ortaya koymuştur:Küçük bir tatlı su balığı, bir saniyede durgun halden 10 vücut boyu kadar ileri fırlayabilir. 20 cm boyundaki bir balığın ulaşabildiği hız ise saatte 8 km. kadardır. Balık büyüdükçe hızı da artar. Prof. Bainbridge, 32 cm boyundaki bir balığın uzunca bir süre 13 km/saat hızla hareket ettiğini görmüştür. Bu hız balığın kuyruk sallama sıklığı ile doğrudan orantılıdır. Bir balık kısa sürede ne kadar çok kuyruk sallarsa hızı da o kadar artar. Balıklar, yüzerken büyük miktarlarda güç harcarlar. Ancak ani hızlanmanın balıklar için hayati bir anlamı vardır; çünkü ya avlanmak ya da avcılardan kaçabilmek için buna ihtiyaçları vardır.
Bazı küçük balıklar, durma noktasından maksimum hızlarına saniyenin 20’de biri kadar kısa bir anda çıkabilirler. Bu sırada ürettikleri itme kuvveti kendi ağırlıklarının 4 katı kadar olmaktadır. Bu verilerin ne anlam ifade ettiğini tam olarak anlamak için şöyle bir karşılaştırma yapalım: Spor arabalar sıfırdan 100 km hıza 4-6 saniyede çıkarlar. Üstelik bu arabaların maksimum hızlarına ulaşabilmeleri için daha da fazla zamana ihtiyaçları vardır. Bütün bunların yanısıra balıklar bu üstün performanslarını suyun içinde hem de akıntıya karşı ortaya koymaktadırlar. Suyun direncinin havadan daha fazla olduğunu düşünüldüğünde, balığın küçümsenmeyecek bir performansa sahip olduğu hemen anlaşılacaktır. Buraya kadar verilen örneklerde açıkça görülen bir gerçek vardır.
Balıklardaki sistemler özel olarak tasarlanmıştır. Bu durumda “tesadüf” olasılığını düşünmek son derece akıl ve mantık dışı olmaktadır. Tesadüflerin balıklara suda rahat hareket etmelerini, hız kazanmalarını sağlayacak sistemleri kazandırmış olmaları imkansızdır.Balıklardaki bu özellik bize Allah’ın ne denli sınırsız bir ilim sahibi olduğunu gösteren delillerden biridir. Allah sonsuz akıl sahibi olan, her türlü yaratmayı bilendir.
Su dünyası ,Denizin Göz Kamaştıran Mücevherleri: İnciler
İlginç su canlıları
Denizin Göz Kamaştıran Mücevherleri: İnciler
İnsan dünya üzerinde her nereye gözünü çevirip bakacak olsa ihtişamlı bir yaratılış, kusursuz bir tasarım ve hayret verici özelliklerle karşılaşır. Bu kitap boyunca verdiğimiz örnekler bu ihtişamın yalnızca birkaç küçük detayıdır. Allah insanlar için yeryüzünde görünümü son derece güzel olan pekçok bitki ve hayvan türü yaratmıştır. Doğadaki her detayı insanın zevk duyacağı, lezzet alacağı şekilde var etmiştir. Tüm bunlarla birlikte yeryüzünde pek çok süs eşyası da Allah tarafından yaratılarak insanların hizmetine sunulmuştur. Bu süs eşyalarından biri olan inciler ihtişamlı güzelliklerinin yanısıra, her yönden ilginç özelliklere de sahiptirler.
İncilerin oluşum aşamaları hayranlık uyandırıcıdır. İncileri genellikle inci midyesi denilen ve pek çok türü bulunan istiridyeler üretirler. Bu istiridyelerin kabuklarının dirençleri oldukça yüksektir. Açılması son derece zor olan dış kabuklarının kalsiyum karbonat esaslı olan bileşimleri birçok düşman için de caydırıcıdır. Kalsiyum karbonat maddesi aynı zamanda istiridyenin inciyi oluşturmasında da önemli rol oynamaktadır.
İstiridyeler içlerine kum, çakıl veya zarar verecek parazit organizmalar girdiğinde bundan rahatsız olurlar. Bu gibi durumlarda bir korunma yöntemi olarak bu davetsiz misafiri izole ederler ve üzerini sedefle kaplamaya başlarlar.
İşte bu kaplama işlemi incinin oluşumundaki ilk aşamadır. İstiridyenin içine giren yabancı cisimler incilerin oluşması için bir çekirdek görevi görürler. Yıllar boyunca bu çekirdek maddenin üstü ince kalsiyum karbonat katmanlarının üst üste gelmesiyle kaplanacaktır.
İstiridyenin içine giren yabancı cisimler incilerin oluşması için bir çekirdek görevi görürler. Yıllar boyunca bu çekirdek maddenin üstü ince kalsiyum karbonat katmanlarının üst üste gelmesiyle kaplanacaktır.
Peki istiridyenin içinde sedef maddesi nasıl oluşmaktadır? İstiridyenin iç derisindeki katmanlarda sedefi oluşturan iki ana madde bulunur.
Bir katmanda inciyi meydana getiren ve "aragonite" adı verilen, kalsiyum karbonat içerikli bir mineral, diğerinde ise incideki bu aragonite maddesini bir arada tutacak olan uhu benzeri "conchiolin" maddesi bulunur. Aragonite yarı şeffaf bir madde olduğu için inciye parlaklık kazandıracaktır. Bu iki maddenin istiridye (aslında beyni bile olmayan bir et parçası) tarafından üretiliyor olması, sonra bunların biraraya gelip bir toz tanesini kaplayarak inci gibi bir güzelliği oluşturması elbette ki düşündürücüdür. İstiridyenin korunma amaçlı ürettiği inci, insanlar için estetik bir süs olarak yaratılmaktadır.
Allah Rahman Suresi'ndeki
"İkisinden de inci ve mercan çıkar." (Rahman Suresi, 22)
ayetiyle incilere dikkat çekmiştir. Ayrıca Kuran'da, dünyada insanlara bir güzellik olarak sunulan incilerden cennet süslerinden biri olarak da bahsedilmektedir.
Denizanalarının Bilinmeyen Özellikleri
Denizanaları herkesin tanıdığı son derece ilginç canlılardandır. Ancak %95'i sudan oluşan denizanalarının genelde bilinmeyen şaşırtıcı özellikleri de vardır. Örneğin, bazı türleri ışık saçarak düşmanlarını yanıltır, bazıları ise vücutlarında düşmanları için öldürücü zehirler üretir.
Hemen hemen bütün iklim koşullarında yaşamlarını sürdürebilen denizanalarının pek çok türü canlılar için tehlikelidir. Saydam bir yapıları olan bu canlıların, vücutlarının alt kısımlarından uzanan dokungaçları vardır. Bazı türlerin dokungaçlarında zehirli bir sıvı bulunur. Denizanaları avlarını bu zehiri fışkırtarak yakalar, düşmanlarını da bu zehirle öldürürler. Zehiri olmayan deniz anaları türleri ise elbette ki savunmasız değildir. Bunlardan kimileri kendilerini korumak için ışık saçma özelliklerini kullanırlar. Düşmanları olan deniz kaplumbağalarından, deniz kuşlarından, balıklar ve balinalardan kurtulmak için planlı ve metodlu bir şekilde hareket ederler. Düşmanlarından kaçarken bütün vücutlarında ışık yanar.
Ancak düşman tam onları ısırmaya kalktığında çan görünümlü kısımlarındaki ışığı kapatırlar ve ışığı yanık kalan dokungaçlarını gövdelerinden ayırırlar. Böylece düşmanın dikkati dokungaçlara çekilmiş olur. Denizanaları da bu durumdan faydalanarak hemen oradan uzaklaşırlar.
Başka bir tür olan fizalyalar (sol alt resim) ise dev denizanalarıdır. Akdeniz dahil bütün tropik ve ılıman iklimlerde yaşarlar.
Fizalyaların deniz yüzeyinden 20 cm kadar yukarıya yükselen masmavi yelkenimsi bir organları vardır, onları yüzdüren ve ilerleten bu organdır. Helezon biçimli dokungaçlarında felç yapıcı toksinler içeren kapsüller bulunur.
Denizanalarının tüm bu özellikleri son derece ilginçtir. Güneşle temas ettiğinde kısa bir süre içinde kuruyup yok olan, neredeyse tamamı sudan oluşan bir canlı nasıl olup da kimyasal madde üretimi yapar?
Veya nasıl olur da düşmanını yanıltacak taktikler geliştirebilir? Denizanalarının düşmanlarını ya da avlarını görebilecek gözleri, beyinleri yoktur. Denizanaları sadece peltemsi bir su kütlesidir, ancak çeşitli taktikler uygulayarak avlanmak, düşmanlarından kurtulmak gibi bilinçli davranışlarda bulunurlar.Bu bilincin, çözümler üreten aklın denizanalarına ait olamayacağı çok açıktır.
İşte denizanaları hakkındaki bilgiler bu bakış açısıyla incelendiğinde ufuk açan, insanı çok önemli sonuçlara ulaştıran bilgiler haline gelmektedir.
Denizanalarını ve özelliklerini, yaptıklarını düşünen kişi bu canlıların kendi kendilerine hiçbir şey yapamayacaklarını, herşeye hakim olan bir güç tarafından yönetildiklerini anlayacaktır.
Hiç benzeri olmayan bu güç Allah'a aittir. Allah tüm canlıları çeşit çeşit yaratarak, kendi üstün aklını ve benzeri olmayan ilmini bu canlılarda tecelli ettirmektedir. Denizanaları sadece tek bir örnektir.
Deniz Kabuklularından Tarakların Gözleri
Aşağıdaki küçük resimde görülen Tarak adı verilen bir deniz kabuklusudur. Şimdi resme dikkatlice bakın. Bu deniz kabuğu şeklindeki hayvanın kabuğunun kenarları boyunca dizilmiş küçük parlak mavi noktaları farkettiniz mi? Peki bu mavi noktaların her birinin aslında birer göz olduğunu söylesek buna şaşırır mıydınız?
Ne kadar şaşırtıcı da olsa bu mavi noktaların her biri resimde görülen canlıya ait gerçek birer gözdür. Her biri yalnızca 1 mm. büyüklüğe sahip olan bu gözler, son derece küçük olmalarına rağmen bu canlının düşmanlarından kurtulmasını sağlamaktadır.
Tarakların bu küçük gözlerinin her biri kendi lens (mercek) ve retinası olan gözlerdir. Bu gözlerdeki mercekler ışığı toplayıp odaklamaya yarar. Ancak bu canlıların beyinlerinde bir görme merkezi yoktur. Yani gözleri tarafından odaklanan görüntüler, canlının beyninde normal bir gözün gördüğü şekilde algılanmaz. Tarakların gözleri üzerinde araştırma yapan bilimadamları bu gözlerin büyük bir olasılıkla görüntü oluşturamadığını tahmin etmektedirler. Öyleyse bu hayranlık uyandıran gözler ne işe yaramaktadır?
Taraklar bu gözleri aydınlıkla karanlığı ayırt etmek için kullanmaktadırlar ve böylece kumlu alanlardan yosunlu bölgelere doğru hareket edebilmektedirler. Ayrıca milimetrik gözleri istiridyelere çevrelerindeki hareketleri fark edebilme duyarlılığını da sağlamaktadır. İstiridye bu sayede kendisini avlamak isteyenlerden kaçıp kurtulabilmektedir.
Tarağın gözleri yaşadığı ortamda ihtiyaçlarını karşılayabilecek özelliklere sahiptir ve bu gözlerin oluşumunda çok açık bir tasarım vardır. Gözler bu canlının dış dünyayı algılayabileceği bir dizi şeklinde kabuğun dış bölümüne dizilmiştir. Yani bu canlıya ihtiyacı olan gözler ihtiyacı olan uyum ve düzende verilmiştir.Denizaltındaki kabuklu bir canlıdan kuşlara, ağaçlardaki sistemlerden yıldızlara kadar evrenin her yerini kuşatmış olan bu kusursuz uyum, düzen ve planın elbette ki bir planlayıcısı, tasarımcısı vardır. Allah canlılarda yarattığı bu gibi detaylı tasarımlarla bize kendisini tanıtmaktadır.
Akıl sahibi insanlara düşen görev ise, gökten yere, atomdan galaksilere kadar her yerde tecelli eden Allah'ın sınırsız gücünü görmek ve yalnızca Allah'a yönelmektir.
Ve Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O'ndan başka ilah yoktur. O'nun yüzünden (zatından) başka herşey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 88)
Sualtındaki Barınaklar: Mercanlar
Mercanlar tropikal suların sığ bölgelerinde yaşayan canlılardır. Ölü mercanların kireçtaşına dönüşen iskeletlerinin zaman içinde birikmesiyle de pek çok canlının birarada yaşadığı mercan resifleri oluşur. Resifler oldukça geniş alanlara yayılabilmektedir. Bilimadamları mercan resiflerini içlerinde barındırdıkları canlı çeşitliliği açısından yağmur ormanlarıyla kıyaslamaktadır. Çünkü mercan resiflerinde 2000'den fazla balık, 5000 çeşit yumuşakça, 700 çeşit mercan ve sayısız yengeç türü, denizkestanesi, denizyıldızı, deniz salyangozu çeşitleri vardır.
Polipler de mercan resiflerinde yaşayan bir hayvan türüdür ve dokularının iç yüzeyindeki hücrelerde yaşayan alglerle ortak bir yaşam sürerler. Alglerin klorofil hücreleri vardır, bu sayede fotosentez yapabilirler. Algler oksijen açısından zengin, fakat besin açısından fakirdirler. Diğer bitkiler gibi algler de nitrata ve fosfata ihtiyaç duyarlar. İşte bu noktada iki canlı arasındaki ortak yaşamın önemi ortaya çıkar. Tek başına olsa yaşayamayacak olan bu canlılar birliktelikleri sayesinde eksikliklerini gidererek yaşamlarını sürdürmektedirler.
Polip dokularında yaşayan algler, yaşamaları için gerekli olan nitrojen gibi maddeleri poliplerden elde etmiş olurlar. Aynı zamanda da güvenli bir barınağa sığınarak, düşmanlarından da korunurlar. Buna karşılık, polipler de alglerin fotosentez yaparak ürettikleri besinin bir bölümünü alırlar. Bu şekilde polipler, kireç taşından meydana gelen iskeletlerini inşa etmek için ihtiyaçları olan gerekli enerjiyi elde etmiş olurlar.
Diğer ortak yaşayan bütün canlılarda olduğu gibi, poliplerle algler arasındaki ortak yaşamda da her iki canlının bütün ihtiyaçları en rahat şekilde karşılanmaktadır. Bu canlıları biraraya getiren, her ikisinin de ihtiyaçlarından haberdar olan tek bir Yaratıcı'nın olduğu açıktır. Bu canlılar birbirlerini tamamlayacak, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde Allah tarafından yaratılmışlardır.
Allah deniz altında yarattığı çeşit çeşit canlı ve bu canlılardaki örneksiz tasarımlar, hayret uyandıran özellikler ile bize sonsuz sanatını ve sınırsız ilmini tanıtmaktadır.
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 13-14)
Su dünyası Tepkili yüzme sistemleri
Tepkili yüzme sistemleri
Canlılar dünyasında en hızlı koşan, en iyi yüzen veya en uzağa uçan hayvanlar omurgalılardır. Bu hayvanların tüm bu becerilerinin altında yatan ana sebep kemik gibi sert maddelerden inşa edilmiş şekil değiştirmeyen iskeletlere sahip olmalarıdır. Bu kemikler kasların kasılmasına büyük destek verir. Kas kasılmaları daha sonra hareketli eklemler aracılığıyla kesintisiz, düzenli hareketlere çevrilir.
Omurgasız hayvanlar ise, kemiksiz yapıları nedeniyle omurgalılara göre çok daha yavaş hareket eder.
Mürekkepbalıkları da, her ne kadar "balık" ismini taşısalar da, omurgasız canlılardır, vücutlarında kemik bulunmaz. Ancak çok ilginç bir sistem sayesinde oldukça üstün bir hareket yeteneğine sahiptir. Yumuşak dokulardan oluşan vücutları kalınca bir deri tabakası ile kaplanmıştır. Bu deri tabakasının altında bulunan kaslar aracılığıyla bünyelerine su toplar ve daha sonra bu suyu kuvvetlice geri püskürterek yüzer.
Mürekkepbalığının av sırasındaki en büyük yardımcısı ağzındaki uzantılardır. Bu iki uzantı sicime benzer ve normal zamanda ağız içinde hareketsiz dururlar. Mürekkepbalığı avı ile karşılaştığında bunları büyük bir hızla kement gibi fırlatır. Daha sonra aynı hızla avını ağzının içine alır. Bundan sonra iş hayvanın kollarına kalır. Mürekkepbalığının 8 adet kolu, tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlanmıştır. Avladığı bir yengeci güçlü kolları sayesinde rahatlıkla parçalayabilir. Kollarını o kadar büyük bir beceri ile kullanır ki yengecin sert kabuğunu kırarak, içindeki beyaz etini rahatlıkla sıyırıp yiyebilir.
Bilimsel adı Loligo Vulgaris olan mürekkepbalıkları, türlerinin en küçüğüdür. Tepkili yüzme sistemleri, suyun içinde saatte 30 kilometreyi aşkın bir hızla hareket etmelerine imkan tanır.
Mürekkepbalığının su püskürtmeye dayanan bu sistemi oldukça komplekstir. Hayvanın başının iki yanında cebe benzeyen birer açıklık bulunur. Bu açıklıktan aldığı suyu vücudunun içinde bulunan silindir şekilli bir boşluğa çeker. Daha sonra içerideki bu suyu, başının hemen altında bulunan ince bir borudan yüksek bir basınç ile püskürtür. Hayvan bu sayede meydana gelen tepki ile ters yöne doğru hızla hareket eder.
Bu yüzme tekniği hem hız hem de dayanıklılık açısından oldukça uygundur. Bilimsel adı "Todarodes paciticus" olan Japon mürekkepbalıkları 2000 km.'lik göçleri sırasında saatte ortalama 2 km. hızla hareket eder. Kısa mesafeler için hızlarını saatte 11 km.'ye kadar çıkartabilir. Bazı cinslerin ise hızlarının saatte 30 km.'yi geçtiği bilinmektedir.
Mürekkepbalıkları hızlı ve seri kasılmalar sayesinde, kendilerini avlamak isteyen düşmanlarından ani bir hızlanma ile kaçabilir. Eğer kaçış hızı yeterli gelmezse vücutlarında sentezledikleri koyu renkli boyayı bir bulut şeklinde püskürtür. Bu bulut saldırganda büyük bir şaşkınlığa yol açar. Bu bir kaç saniyelik şaşkınlık mürekkepbalığı için yeterlidir. Çıkardığı bulutunun arkasında görünmez olan mürekkepbalığı hızla bölgeden uzaklaşır.
Savunma sistemleri ve tepkili yüzme stilleri, mürekkepbalıklarının avcılık yapmalarına da imkan verir. Avlarının üzerine hızla saldırabilir ve onları kovalayabilirler. Karmaşık yapıdaki merkezi sinir sistemleri, tepkili yüzme için gerekli olan kasılma ve gevşemelerin uyum içinde gerçekleşmesini denetler. Solunum sistemleri de ideal bir yapıdadır. Bu sistem onlara suyu püskürtmek için gerekli olan yüksek metabolik hızı kazandırır.
Tepkili sistemle yüzen tek hayvan mürekkepbalığı değildir. Ahtapotlar da tepkili sisteme sahiptir. Ancak onlar aktif yüzücü değildir; zamanlarının çoğunu deniz diplerinde, yarıkların ve kayaların içinde veya etrafında dolaşarak geçirir.
Şekillerde bir mürekkepbalığının su püskürtme devri ve kesitleri gösterilmiştir. Devir aşırı şişme ile başlar. (1).
Vücudun dış çapı, normal durumla karşılaştırıldığında yaklaşık % 10 artar, iç boşluğun hacmi ise yaklaşık %22 genişler. Su, başın iki tarafında yer alan açıklıklardan boşluğa girer. Huni şeklindeki boru ağızdan geçer. Genişleme en üst seviyesine ulaştıktan sonra vücut çapı normal çapının %75'i kadar azalır (2).
Boşluktaki basınç aniden artar, püskürtme borusunun başlangıç kısmını deri duvarına iter ve su girişlerini kapatır. Hemen hemen bütün su (normal vücut hacminin %60'ına eşit) güçla bir püskürtme ile borudan çıkartılır. Vücut daha sonra suyu içeri alarak normal haline döner (3).
Daha fazla kasılma hayvanın iç organlarına zarar verebilir. Püskürtme devri bir saniye kadar sürer ve emme aralıklarıyla birlikte 6-10 defa üst üste tekrarlanabilir. Mürekkepbalığı yavaş yavaş yüzerken, vücudu normal çapının %90'ına kadar kasılır.
Ahtapotun iç derisi, üst üste duran kas tabakalarından oluşur. Boyuna kaslar, dairesel kaslar ve radyal kaslar olarak adlandırılan üç farklı kas dokusu vardır. Bu dokular birbirlerini dengeleyerek ve destekleyerek ahtapotun farklı hareketlerini mümkün kılar.
Püskürtme süreci başladığında dairesel kaslar boyca kısalır. Ancak hacimlerini korumak eğiliminde oldukları için bu kez genişlikleri büyür. Bu, vücudun uzamasına neden olabilecek bir harekettir. Aynı anda boyuna kaslar gerginleşir ve vücudun uzamasını engeller. Deri duvarının kalınlaşmasına neden olan tüm bu gelişmeler sırasında radyal kaslar gerili vaziyettedir. Püskürtmenin sonunda radyal kaslar kasılarak boylarını kısaltır. Bunun sonucunda vücut duvarı incelir, iç boşluğun çapı artar ve tekrar içerisi su ile dolar.
Mürekkepbalığının son derece kompleks bir gözü vardır. Göz bebeğini odaklayabilir, merceğini retinaya yakınlaştırıp uzaklaştırabilir. Göz kenarındaki kapakçıkları kısıp açarak gelen işik miktarını ayarlayabilir. İnsan ve mürekkepbalığı gibi tamamen farklı iki türde, böylesine kompleks yapıda ortak organların bulunması evrim ile açıklanamaz. Nitekim Darwin de Türlerin Kökeni isimli kitabında bunu dile getirmiştir.
Mürekkepbalıklarındaki kas sistemi de ahtapottakine benzer. Fakat önemli bir farklılık vardır: Mürekkepbalığının vücudunda, ahtapotun boyuna kasları yerine, tunik adı verilen lif tabakası vardır. Tunik, boyuna kaslar gibi hayvanın vücudunun iç ve dış yüzeylerini kaplayan iki tabaka halindedir. Tunik tabakalarının arasında dairesel kaslar bulunur. Dairesel kasların arasında da bunları diklemesine kesen radyal kaslar bulunur.
Ahtapot ve mürekkepbalıklarının tepkili yüzme sistemleri, aslında jet uçaklarıyla benzer bir prensipte çalışır. Dikkatle incelendiğinde her iki hayvanın kas sisteminin kendileri için en uygun bir yapıda tasarlanmış olduğu görülür. Bu kompleks yapıların tesadüflerle oluşabileceğini öne sürmek ise elbette imkansızdır.
Mürekkepbalıklarının üreme sistemi de kusursuz bir tasarıma sahiptir. Bu balıkların yumurtalarında, deniz dibindeki oyuklara tutunmalarını sağlayan yapışkan bir yüzeyleri vardır. Yavru, doğacağı güne kadar yumurtalarının içinde kendisi için hazırlanmış olan besini yer. Yavrunun kuyruğunun ucunda ise, doğum vakti geldiğinde kullanacağı sivri bir uç yer alır. Keskiye benzeyen bu ucu kullanarak yumurtayı deler ve dışarı çıkar. Bu sivri uç, doğumdan sonra kaybolur. 42 Her detay kusursuzca planlanmıştır ve planlandığı gibi işler. Tüm bu kusursuz yaratılış, Allah'ın sonsuz ilminin bir ifadesidir.
9 Mart 2010 Salı
Büyük Kedilerin Sosyal Yaşamları
Büyük Kedilerin Sosyal Yaşamları |
|
Neden her leoparın ve jaguarın postundaki desen birbirinden farklıdır?
Büyük kedilerin postları yazın nasıl bir avantaj sağlar?
Özel bıyıkları karanlıkta hareket etmelerini nasıl kolaylaştırır?
Kedilerin kuyruklarının işlevi nedir?
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4) ayetiyle bildirildiği üzere Yüce Allah, yeryüzünde var olan tüm canlıları duyu organlarından korunmalarına, beslenme şekillerinden kamuflajlarına kadar birçok üstün özellikle yaratmıştır. Doğadaki en vahşi canlılar olarak tanımlanan kedigiller de bu canlılardandır.
Büyük kedilerin en önemli özelliklerinden biri, fiziksel özelliklerinin ve davranışlarının birbirleriyle ve yaşadıkları ortamla tam bir uyum içerisinde yaratılmış olmasıdır. Hiç şüphesiz, muhteşem özelliklere sahip olan büyük kediler, Rabbimiz'in şanını gerektiği gibi tanıyıp takdir etmeye vesile olacak yaratılış delillerinden sadece birkaçıdır. Rabbimiz’in uyumlu yaratma sanatı Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)
Duyu Organları Büyük Kedilere Nasıl Bir Üstünlük Sağlar?
Görme Duyusu: Kedilerin görme duyusu çok komplekstir. Bu sayede geceleri avlanırken avlarının yerini kolayca tespit edebilirler. Kedilerin gözlerinde az ışığa adapte olmak için retinanın arkasında tapetum lucidum adında özel bir tabaka bulunur. Bu özel hücre tabakası, göze gelen ışığı alıp büyüterek retinaya yansıtır. Aynı zamanda kornea ve merceğin kıvrımları, retinanın duyarlılığını artıracak şekilde daha keskindir.
Retina, rod ve kon adı verilen hücrelerden oluşur. Rodlar az ışığa, konlardan daha duyarlıdır. Kedilerde normalden fazla sayıda rod vardır. Kedilerin gözleri birbirine diğer türlere kıyasla daha yakındır bu da onların görme gücünü artırır.
İşitme Duyusu: Kediler 200 kHz ile 100 kHz değerleri arasındaki sesleri duyabilirler. Bu da onların çok küçük sesleri dahi duyabilmeleri anlamına gelir; örneğin bir farenin ayak seslerini. Hassas kulakları aynı zamanda sesin kaynağını da tam olarak tespit edebilmelerini sağlar.
Koklama Duyusu: Kediler ağızlarının hemen üzerinde vomeronasal organ adı verilen bir yapıyla havadaki kimyasalları belirlerler. Bunu flemen duruşu denilen yüz buruşturmaya benzer bir şekilde ağızlarını açarak yaparlar. Kediler, bu teknikle genelde kendi türlerinden olan başka bir kedinin kokusunu belirlerler.
Postun İşlevi Nedir?
Kedilerin postlarının iki önemli işlevi vardır. Birincisi hayvanı soğuk, sıcak gibi çevresel etkilerden korur. İkincisi ise kamuflaj görevi görerek diğer hayvanlardan gizlenmelerini sağlar. Yalnızca soğuk bölgelerde yaşayan değil çölde yaşayan kedilerin de yerdeki ısıyı izole eden uzun postları vardır.
Kediler Özel Bıyıkları ile Yollarını Nasıl Bulurlar?
Kedilerin, “vibrissae” olarak da bilinen ve çoğunlukla yüzlerinde ve gözlerinin üzerinde bulunan bıyıkları çok hassastır. Bu hassas bıyıklar, karanlıkta veya iyi göremediklerinde yollarını bulmalarını sağlar. Kediler bunlarla havadaki titreşimleri hissederler. Bunun için bazen ayaklarındaki tüyleri de kullanarak yerden gelen titreşimleri hissederler.
Gırtlak Yapıları… Büyük kedilerin gırtlağı, çoğu yeri kemik yerine kıkırdak olduğu için daha esnektir. Bu sayede kükreyebilirler.
Omurga Kemikleri… Tüm kedilerin omurga kemikleri çok esnektir. Bu nedenle her yönde kıvrılabilirler. Bu, düştüklerinde iç organlarının daha az zarar görmesini sağlar.
En Sosyal Büyük Kedi: Aslan
Sosyal gruplar halinde yaşayan aslanlar 'en sosyal büyük kedi' olarak tanımlanır. Onların bu sosyal gruplarına ise "pride" adı verilir. Bir pride içinde çoğunluğu dişi olan yaklaşık 30-40 kadar aslan bulunur. Yani aslanlar büyük aileler halinde yaşarlar. Diğer sosyal hayvanların aksine dişiler arasında hiyerarşi yoktur.
Gündüzleri genellikle, hep birlikte uyuyan aslanlar, havanın serinlediği saatlerde ise avlanma hazırlıklarına başlar. Her biri tek tek, ava farklı yönden yaklaşır. Avlanmayı genellikle yelesiz oluşlarıyla ayırt edilebilen dişiler yapar.
Hiçbir aslan tok olunca avlanmaz ve aynı anda birden fazla hayvan avlamaz. Yani bu tok gözlü hayvanlar, sadece gerektiği zaman ve yeterince avlanırlar.
Mükemmel bir gece görüşüne sahip olan aslanlar, bu sayede geceleri rahatlıkla avlarını görebilirler. Karanlıkta dolaşan aslanların ışığı mümkün olduğu kadar fazla toplayabilmeleri için gözlerinde özel bir sistem vardır. Diğer canlılara göre daha büyük olan gözbebekleri ve göz mercekleri aslanları iyi birer avcı yapan en önemli özelliklerdendir.
Aslanlar iletişim için işaret bırakma yöntemini kullanırlar. Topraklarının sınırlarını üre bırakarak belirlerler. Bu diğer aslanlara karşı “Burada başka bir pride yaşıyor, girmeyin! ' anlamında bir uyarıdır.
Güney Amerika’da Yaşayan Tek Büyük Kedi Türü: Jaguar
Genelde leoparlarla karıştırılsalar da onları ayırt etmenin en iyi yolu; postlarındaki yonca şeklinin merkezinde bir siyah noktacığın bulunması ve daha kısa olan kuyruklarıdır.
Ormanda yaşayan jaguarların postu daha koyu renklidir. Bu onlara ışığın süzülerek geldiği loş ormanda avlanırken daha iyi kamufle olma imkanı tanır.
Diğer büyük kedilerin aksine jaguarın hiç düşmanı yoktur. Bu güçlü kediyi avlamaya çalışan başka bir hayvan bulunmaz.
Çok iyi yüzücü oldukları gibi çok da iyi tırmanıcıdırlar. Usta bir balıkçı olan jaguarlar, karada avladıkları hayvanları ağaçlara çıkıp yerler.
Diğer büyük kedilere kıyasla çok güçlü bir çeneye sahip olan jaguar, avını tek bir ısırıkta avlayabilir.
Leoparların Desenleri Birbirinden Farklıdır
Afrika ve Güneydoğu Asya'da yaşayan leoparlar postlarındaki özel desenden kolayca tanınırlar. Yalnız bu özel desen, yeryüzündeki her leopar için farklıdır.
Postlarının rengi yaşadıkları yere göre değişiklik gösterir. Düzlüklerde altın rengi ile sarı arasında, çölde sarı krem rengi arasında değişir. Dağlık ve ormanlık bölgelerde ise koyu altın renginde olurlar. Siyah olanları ise kara panter olarak bilinir.
Son derece güçlü boyun kaslarına sahip olan leopar, kendi vücut ağırlığının 3 katı ağırlığında bir avı taşıyabilir. Avlarını da tıpkı jaguarlar gibi ağaçta yerler.
Genellikle yalnızdırlar fakat bulundukları toprağı sahiplenirler.
En Güçlü Kedi: Puma
Puma, en saldırgan kedi türlerinden biri olarak bilinir. Oturdukları yerden 12 metre yükseğe kadar sıçrayabilen pumalar ağaca tırmanma uzmanıdırlar.
Kendi ağırlıklarının 8-9 katı bir hayvanla kolaylıkla mücadele edebilen pumalar, dünyanın en kuvvetli kedisi olarak kabul edilirler.
Doğduklarında mavi olan gözleri giderek sarı-yeşile döner. Diğer kedi türleri gibi kükreyemezler.
Dünyanın En Hızlı Koşan Kara Hayvanı: Çita
Çitalar, kısa mesafeleri çok büyük bir hızla aşabilirler. Saniyeler süren bir zaman içinde hızlarını 72 km.'ye kadar çıkarabilirler. Bazı çıtalar 600 m.'den daha uzunca bir mesafeyi saatte 113 km. gibi inanılmaz bir hızla aşabilmektedirler.
Kaplanlar
Asya'da yaşayan kaplanlar, postlarının üzerindeki yatay kesik çizgilerle diğer büyük kedilerden kolayca ayırt edilirler. Bu desenler, tıpkı insanlardaki parmak izleri gibi yeryüzündeki her bir kaplanda farklıdır ve vücutlarının her iki yanında bulunur.
Yalnız avlanırlar ancak avı aileleri ile birlikte yerler.
Kaplanın postundaki çizgiler özellikle çimenlik bölgelerde, çimenlerin yere düşen gölgesi gibi görünerek avına karşı bir kamuflaj görevi görür.
Kuyrukları, hızla koştuklarında bir denge unsurudur.
Canlıların Dünyasından: Yunuslar
Canlıların Dünyasından: Yunuslar |
|
Yunuslar her nefes alışlarında ciğerlerinin %80-90'ını havayla doldururlar. Oysa çoğu insan için bu oran ancak %15'i bulur.
Yunuslar için nefes almak insanlarda veya diğer kara memelilerinde olduğu gibi bir refleks değildir, iradeli bir harekettir.Yani biz nasıl yürümeye karar veriyorsak, yunuslar da nefes almaya karar verir. Bu, hayvanın suda uyurken boğularak ölmemesi için alınmış bir tedbirdir.
Yunus, uykusu sırasında beyninin sağ ve sol yarım kürelerini yaklaşık on beş dakika arayla nöbetleşe kullanır. Bir yarım küre uyurken, diğer yarım küre yüzeye çıkmasını sağlayarak hayvanın nefes almasını kontrol eder.
Yunusların ağızlarındaki gagaya benzer çıkıntı, sudaki hareketlerini kolaylaştıran bir başka yaratılış delilidir. Hayvan bu yapı sayesinde suyu daha iyi yarmakta ve daha az enerji harcayarak daha hızlı yüzebilmektedir. Modern gemilerin burunlarında da yunus ağzına benzer bir çıkıntı vardır. Yunuslar örnek alınarak geliştirilen bu hidrodinamik tasarım, gemilerin hızını da aynen yunuslarınki gibi artırmaktadır.
Günümüz Tıbbına Işık Tutan Mükemmel Canlılar: Süngerler
Günümüz Tıbbına Işık Tutan Mükemmel Canlılar: Süngerler |
|
Süngerlerde kalp, beyin, ciğer gibi organlar bulunmaz. Bunun yanısıra bu canlılar bir sinir sistemine de sahip değillerdir. Ancak bu canlıların savunma mekanizması olarak kullandıkları kimyasal silahlar, günümüzde tıp alanında birçok buluşa ışık tutmaktadır. Hiçbir akla sahip olmayan bu canlıların, bilim adamlarının laboratuvarlarda uzun çalışmalarla geliştirmeye çalıştıkları ilaçları kendi vücutlarında üretebilmeleri, hiç şüphesiz onları, sahip oldukları mükemmel özelliklerle yaratan Yüce Rabbimiz’in üstün yaratma sanatını gözler önüne sermektedir.
Sünger bir hayvan türüdür. Kimi yalnızca birkaç santimetre büyüklükte olan süngerlerin, 2 metre olanları da vardır. 5000'den çok türü olan bu hayvanların çok büyük bir bölümü denizlerde, geri kalanları da tatlı sularda yaşarlar. Hemen hemen her derinlikte süngerlere rastlamak mümkündür.
Süzme Makineleri Süngerler
Süngerler, vücutlarının iç ve dış bölümlerine düzensiz bir şekilde dağılmış birkaç değişik yapıdaki hücrelerden oluşur. Süngeri diğer hayvanlardan ayıran, vücutlarındaki yaka hücreleri tarafından oluşturulan odacıklardır. Bu hücrelerin merkezlerinde kamçıya benzeyen küçük çıkıntılar vardır. Bu kamçılar küçük vuruş darbeleriyle su, oksijen ve besin maddelerini taşırlar. Yaka hücreleri sudaki bakteri, küçük yosun ve organik atıkları yuttuktan sonra bunları besin torbacığı denilen hücrelere geçirirler. Bunlar sindirdikleri besinleri diğer hücrelere iletirler. Tüm hücreler birbiriyle oksijen ve karbondioksit değişimi yaparlar.
On santim boyunda ve iki santim kalınlığında bir süngerin iki milyonu aşkın yaka hücresi vardır. Bu sünger kanallarından günde 110 litre su pompalanabilir. Bu özellikleriyle canlı bir süngeri, etkin bir filtre olarak da nitelendirebiliriz.
Görüldüğü gibi hiçbir akla hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlı olan sünger, fabrikada üstün teknoloji ve bilgi ile üretilen bir filtreden çok daha üstün bir teknoloji sergilemektedir. Tesadüfen oluşması imkansız olan süngerin bu muhteşem ve son derece kompleks yapısı, kuşkusuz Yüce Rabbimiz’in yaratma sanatının sonsuz sayıdaki örneklerinden biridir. Bu örnekler, Allah’ın canlılardaki kusursuz sanatını keşfetmek için birer yoldur. Bu gerçek Kuran’da şöyle ifade edilir:
“Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4)
Tıp, Süngerlerin Kimyasal Etkilerinin İzinde
Süngerlerin bir bölümü zehirli kimyasal bileşikler üretebilirler. Zehir, süngerlerin avcılardan korunmalarını sağlayan bir savunma aracıdır. Süngerlerin bu zehirli kimyasal salgıları onları yalnızca avcılardan korumakla kalmaz; saldırgan kabuklu hayvanlara karşı da bir savunma oluşturmalarını sağlar.
Süngerlerden binlerce yıldır yararlanılmaktadır. Günümüzde en önemli kullanım alanı ilaç endüstrisidir. Süngerlerin ürettiği zehirler, insan vücudundaki değişik sistemleri değişik yollardan etkilerler ve doğru miktarda kullanıldığında bu zehirler ilaç etkisi göstererek tedavi edici olarak kullanılırlar.
Süngerlerin zehirli kimyasal bileşikler bakımından zengin olduğunu keşfeden bilim adamlarından birine, bunu nasıl fark ettikleri sorulduğunda verdiği yanıt oldukça ilginçtir: “Su altındaki kayalıklara indiğimizde, iyi korunmayan canlıların, kendi kimyasal korunma mekanizmalarıyla yaşamlarını sürdürebileceklerini fark ettik. Bu organizmalar, bir kabuk ya da iğne yardımıyla ya da kaçarak korunmaya çalışmaktan çok, kendilerini kimyasal yollarla savunuyorlardı”. Burada kimyasal yolları üreten, laboratuvarda çalışan bir bilim adamı değil, bir deniz süngeridir. Elbette hiçbir akla sahip olmayan bu canlının kendini kimyasal yolla savunmayı düşünebilmesi ve bu hedefe yönelik kimyasalları üretebilmesi mümkün değildir. Onun da diğer tüm canlılar gibi Yüce Rabbimiz’in ilhamıyla hareket ettiği son derece açıktır.
Süngerlerin Kimyasal Etkilerinden Tıp Nasıl Faydalanıyor?
Yapılan araştırmalarda bir sünger türünde bulunan ve AS-2 adı verilen molekülün, kanserin ilerlemesine yol açan hücre bölünmesini engellediğine ilişkin sonuçlar elde edildi. Daha sonra yapılan araştırmalardan da benzer sonuçlar alındı ve;
* Dysidea frondosa adlı pasifik süngerinden elde edilen bir bileşiğin ateş düşürücü,
* Phahertis simplex adlı türün ürettiği kimyasal bileşiklerinse organ naklinden sonra vücutta ortaya çıkabilecek olumsuz tepkileri azaltıcı etkilerinin olduğu saptandı.
* Süngerlerin, kalp-damar, mide-bağırsak hastalıkları ve tümör oluşumunu engelleyen kimyasal bileşikleri ilaç yapımında kullanılmaktadır. Bakterilerle beslenen süngerlerin, süzdükleri suda bulunan bakterilere karşı çok güçlü bir bağışıklık sistemleri olduğunu fark eden bilim adamları, bu antibiyotik etkiyi insan sağlığı yararına kullanmanın yollarını da bulmuşlardır.
* Süngerlerle ilgili yapılan çalışmalarda, immüno süpresif (savunma sistemini baskılayan), anti enflamatuar (iltihap önleyici), antikanser, antibiyotik ve analjezik (ağrı kesici) etkili maddelerin muhafaza edildiğini ifade eden bilim adamları; klinik çalışmaları tamamlanmak üzere olan ve kanser tedavisinde kullanılacak olan yeni bir ilacın bu yıl içinde yani 2006 yılında piyasaya çıkacağını da belirtmişlerdir.
Süngerlerden Kansere Karşı İlaç Üretilecek
Deniz süngerlerinde kanseri tedavi edici kimyasal maddeler tespit edilmesi, ilaç firmalarını da harekete geçirdi. Avustralya Deniz Araştırmaları Kuruluşu (AIMS) yetkilileri ve bir ilaç firmasının, süngerlerden elde edilecek maddelerden kansere karşı ilaç üretmek için anlaşmaya vardıkları belirtildi.
Avustralya Deniz Araştırmaları Kuruluşu (AIMS) yetkilileri, süngerlerden elde edilen maddelerin sağlam hücrelere zarar vermeden bir veya iki tip kanser hücresini yok ettiğini belirttiler. Bu kuruluşta görevli Lyndon Llewellyn, göğüs kanseri veya kan kanserine karşı potansiyel etki gösteren organizmalar belirlediklerini kaydederek, “Bu organizmaların içindeki kimyasal maddeler hücreleri öldürüyor. Bunlardan bazıları şimdiden tanımlandı ve klinik öncesi aşamadalar” diye konuştu. Aims News
Süngerden Kansere Çözüm Arayışları
Denizlerde üreyen sünger ve bakterilerin, eklem iltihabı ve kansere karşı etkili bir ilacın yapımında kullanılabileceği yolunda umut verici bulgular elde edildi. ‘Denizlerdeki mikropların yararlarının henüz keşfedilmediğine’ işaret eden ‘National Sea Grant’ adlı kuruluşun sözcüsü Linda Kupfer, bu tür ilaçların yakında piyasaya çıkabileceğini söyledi. ‘Okyanuslardaki canlı organizmaların, milyonlarca yıldır kendilerini hastalıklardan korumak amacıyla kimyasal savunma yöntemleri kullandıklarını’ belirten California Scripps Enstitüsü yetkilisi W.Fenical ise, ilaç firmalarının, şimdiye kadar karada yetişen bitkilerden yararlanarak antibiyotik, ağrı kesici ve kanser ilacı ürettiklerini, ancak bu kaynakların artık tükendiğini kaydetti. Florida Okyanus Araştırmaları Enstitüsü'nden S.Pompani'ye göre ise, bir süngerin, içine giren bir parazitin hızla üreyen hücrelerini öldürmek için başvurduğu kimyasal savunma yöntemi, insan vücudundaki kanserli hücrelerin yok edilmesinde kullanılabilecek. (Associated Press June 21, 1998)
Süngerlerin İlginç Özellikleri
* Süngerlerin iskeletleri, kristal iğneciklerden (spikül), sponjin denen bir proteinden ya da bunların karışımından oluşur. Por adı verilen gözenekler sayesinde suyu süzerek çekerler ve sonra minik boşaltım deliklerinden geri püskürtürler.
* Serin ve tuzlu sularda yaşayan süngerler hareketsiz olduklarından, kendi yakınlarına gelen yiyecekleri hidrolik sistemlerinin yardımıyla sudan süzerler.
* Süngerler genellikle gözle görülemeyecek kadar küçük organik maddeler, diatomlar ve bazı tek hücreli mikroskobik bitkiler, ölü ya da canlı planktonlar ve bakterilerle beslenirler.
* Süngerlerin bir başka özelliği de, çok küçük bir bölümden, yeniden bütün bir sünger haline gelebilmeleridir. Dalgaların etkisiyle yerinden kopan bir süngerin kalan parçasından, zamanla yeni bir sünger oluşabilir. Aynı şekilde kopup ayrılmış olan parça da başka bir yere yapışıp kendini toplayabilir.
Sonuç
Hiç şüphesiz birçok organa ve hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlının tıbba yol gösterecek kimyasal bilgiye kendiliğinden sahip olması düşünülemez. Çok açıktır ki bu canlı insanların hizmetine özel olarak sunulmuş ve hem kendi türünü devam ettirmesini hem de insanlığa hizmet etmesini sağlayacak özelliklerle donatılmıştır. İşte süngerleri de diğer tüm canlılar gibi sahip oldukları mükemmel özelliklerle yaratan Yüce Allah’tır. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
“Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 13)
Hiçbir akla hatta bir beyne bile sahip olmayan bir canlı olan sünger, fabrikada ileri teknoloji ve bilgi ile üretilen bir filtreden çok daha üstün bir teknoloji sergilemektedir.
Köpekbalığı Derisi Gemi Endüstrisine Yol Gösteriyor
Köpekbalığı Derisi Gemi Endüstrisine Yol Gösteriyor |
|
Köpekbalığı Derisi Gemi Endüstrisine Yol GösteriyorKöpek balıkları, derilerini sürekli olarak temiz tutan ve hızlı yüzmelerini sağlayan yapılarıyla bilim dünyasının ve gemi endüstrisinin dikkatini çekti.
Köpek balıklarının derilerindeki bu kusursuz yaratılış, gemilerin en büyük sorunlarından birine nasıl çözüm oldu?
Yüce Allah bütün evreni yaratışının üstün örnekleriyle birlikte var etmiştir. Gözünüzü her nereye çevirirseniz bu muhteşem yaratılışın bir deliliyle karşılaşırsınız. Sürekli bir yenilik arayışında olan bilim dünyası canlıları inceleyerek her gün bu yaratışın detaylarına bir adım daha yaklaşıyor. Bunlardan biri de köpek balıklarından yola çıkılarak yapılan araştırmaların ulaştığı nokta...
Denizlerin En Tehlikeli Canlıları Teknolojiye İlham Oluyor
Gemilerin en büyük problemlerinden biri gemi yüzeyine yapışan su yosunları ve midyelerdir. Bunlar hem paslanmayı hızlandırır, hem de suyun geri itme kuvvetini artırır. Bilim adamları bu problemi çözmek için yıllardır çalışmalar yapmaktadırlar.
Almanya Bremen’deki Uygulamalı Bilimler Üniversitesi araştırmacıları bu probleme çok ilginç bir çözüm getirdiler. Pek çok deniz canlısına yapışabilen bu küçük canlıların ilginç bir şekilde, köpek balığı derisine yapışmadıklarını gördüler. Çünkü köpek balığı derisinde bulunan sert pullar bunu engelliyordu. Birbiri üzerinden yalıtım yapan bu pulların altındaki elastiki bir deri de bu sistemi destekliyordu. İşte bilim adamları köpekbalıklarının bu özelliğini örnek alarak silikondan bir deri tasarladılar. Elde edilen sonuç, gemi endüstrisinde yaşanan önemli bir sorunun da çözümü oldu.
Bilim Adamlarını Şaşırtan Performans
* Kuzey Denizinde yapılan deneylerde bu yeni deri örnek alınarak tasarlanan gemi yüzeylerinde %67 daha az midye tespit edildi. Ayrıca 4-5 deniz mili hızla hareket ederken gemiye geçici olarak yapışan bütün organizmalar temizlenmişti.
* Florida Üniversitesi’nden bilim adamları da gemi yüzeyleri için benzer bir kaplama önerdiler. Onlar da köpek balığı derisinden yola çıktılar. Sonuç olarak alglerle yapılan testlerde alg sporlarının yüzeye tutunmalarının %85 oranında engellendiği ortaya çıktı.
* Köpek balıklarının bu ilginç deri yüzeyinin bir diğer özelliği de daha hızlı yüzmelerini sağlamasıdır. Nitekim ünlü bir spor giyim markası yüzücüler için köpekbalığı derisi yüzeyini örnek alarak Fastskin FSII adlı bir ürün geliştirmiştir. Firma bu giysi ile geri itme kuvvetinin %4 oranında azaltıldığını kanıtlamıştır.
* Şu ana kadar gemileri korumak için öne sürülen diğer çözümler net bir sonuç sağlamadı. Bazı çözümlerde ise zehirli boyalar kullanıldı ancak bunlar da çevreye verdiği zarardan dolayı yasaklandı.
Bilim Allah’ın Yarattığı Canlıları Taklit Ederek Gelişiyor
Köpek balıklarının derisi hem yüzmek için uygun hem de asalaklara karşı son derece korumalıdır. Köpek balıklarının kendi derilerindeki muazzam düzene, teknik özelliklerine müdahale edebilmeleri, planlayıp değiştirebilmeleri mümkün müdür? Elbette derisinin farkında bile olmayan bir canlının kendisi için en uygun özelliklerde, hızlı yüzmesine olanak sağlayacak en ideal deriye kendiliğinden sahip olması düşünülemez. Bilim adamlarının yıllar süren araştırmalarının her aşamasında mantık yürütme, akıl ve muhakeme vardır. Öncelikle bir eksiği fark etmiş, sonra bu eksiğin tamamlandığında ne yarar sağlayacağı önceden hesaplanmış, bunun için deneyler yapılmış ve sonunda en uygun tasarıma karar verilerek bilimsel gelişme sağlanmıştır. Oysa köpe kbalıklarının vücutlarında ilk ortaya çıktıkları andan itibaren var olan bu benzersiz yapı, onları kusursuz özellikleriyle yaratan Allah’ın üstün aklının ve ilminin eseridir. Bir ayette Rabbimiz’in üstün ilmi şöyle bildirilmiştir:
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4)
Biliyor muydunuz?
İri köpek balıkları da denizlerdeki pek çok canlı gibi planktonlarla beslenir. Köpek balıkları, yüzgeçlerini bir filtre gibi kullanır ve deniz suyunu buradan geçirerek planktonları toplar. Kuzey Denizi'nde her Kasım ayında plankton yoğunluğu azaldığı için köpek balıkları besin ararken her zamankinden çok daha fazla enerji harcamak zorunda kalır. Bu nedenle bir süre sonra güçsüz kaldıkları için yemek aramayı bırakıp, dibe çöker ve kış uykusuna yatarlar. Okyanusun derinliklerinde aylarca hareket etmeden ve hiç beslenmeden yaşayabilirler. Bu sırada kalpleri sanki çalışmıyormuş gibi çok yavaş atar. (The Ocean World of J. Cousteau, Quest for Food, s.16)
Zürafalar Neden Beyin Kanaması Geçirmez?
Zürafalar Neden Beyin Kanaması Geçirmez? |
|
Allah yeryüzündeki canlıların her birinde, insanların üzerinde düşünmelerini sağlayan birbirinden farklı sistem ve özellikler yaratmıştır. Bunların her biri, Allah’ın yaratışındaki sonsuz mükemmelliği yansıtır. Zürafaların sahip oldukları özellikler de bunun delillerindendir.
Zürafanın Uzun Boyuna Uygun Olarak Yaratılmış Kalbi
Zürafa dört beş metreye varan boyuyla karada yaşayan hayvanların en uzun boylusudur. Bu uzun boyu nedeniyle yaşayabilmesi için kalbinden iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Bunun için olağanüstü güçlü bir kalbe ihtiyacı vardır. Nitekim zürafanın kalbi kafasından daha büyüktür ve yaklaşık 60 cm uzunluğa ve 11.8 kg'lık bir ağırlığa sahiptir.
Zürafaların kalbi 350 mm Hg'lik bir basınçla kan pompalayacak kadar güçlüdür. Diğer bir ifadeyle, zürafanın tansiyonu 35’e çıksa bile bu durumun zürafaya bir zararı olmaz. Canlılar arasındaki en yüksek kan basıncına sahip olan zürafaların kalpleri dakikada 170 kez atmakta ve tüm vücuduna 75 litre kan pompalayabilmektedir.
Zürafalarda bulunan kan hücresi miktarı, bir insanda bulunanın iki katıdır. Zürafalar bir şey yedikten veya içtikten sonra kafalarını yerden kaldırdıklarında, kalplerinin beyinlerine yeterli miktarda kanı pompalayabilmesi için normalden iki kat daha fazla atması gerekmektedir. Peki normal koşullarda pek çok canlının ölümüne sebep olabilecek kadar güçlü olan bu sistem, nasıl olur da zürafaya zarar vermez? Bunun nedeni, özel bir haznenin içinde bulunan sistemin, basıncın bu ölümcül etkisini kaldırabilmek için küçük damarlarla kuşatılmış olmasıdır.
Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?
Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.
Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.
Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan "sefaloraşidien" adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.
Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.
Zürafaların Başı Neden Dönmez?
Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.
Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.
Zürafaların Yaratılışı, Allah’ın Üstün Sanatının Örneklerinden Biridir
Kuşkusuz, zürafalar sahip oldukları tüm özellikleri kendi ihtiyaçlarına göre planlayarak kazanmış olamazlar. Bu önemli özelliklerin zaman içinde yavaş yavaş işleyen bir evrim süreci ile oluştuğunun söylenmesi de mümkün değildir. Çünkü bir zürafanın yaşamını sürdürebilmesi için, mutlaka beynine kanı ulaştıracak bir pompalama sistemine, eğildiğinde ani kan basıncını azaltacak kapak sistemine ve başını kaldırdığında bayılmasını engelleyen damar sistemine aynı anda sahip olması şarttır. Bunlardan biri olmasa veya tam çalışmasa, zürafanın yaşamını sürdürmesi imkansız hale gelir.
Zürafaları Allah yaratmıştır ve yeryüzünde var olan diğer bütün canlılar gibi, vücutlarında Allah’ın üstün yaratma sanatının pek çok tecellisi bulunur. Allah bu durumu bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
Zürafaların Pek Fazla Bilinmeyen Özellikleri
Yemek borularında bir asansör sistemi vardır: Zürafaların boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Ancak hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Zürafalar daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve ağızlarında çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler. Ancak besinin mideden ağza gidebilmesi için, yuttukları bitkilerin birkaç metre uzunluğunda olan boyunlarından yukarı doğru çıkması gerekir. Yüce Rabbimiz zürafaları besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sistem ile birlikte yaratmıştır.
Ağız ve diş yapıları ihtiyaçlarına yöneliktir: Zürafaların dilleri 45 cm dışarı uzanabilir. Dişleri ise bir tarak gibi olduğu için sert akasya dallarının dikenlerini ve mineral gereksinimlerini karşılayan kemikleri rahatlıkla çiğneyebilirler.
Renkleri bulundukları ortama uygun olarak yaratılmıştır: Zürafaların benekli derileri, onların kamuflaj yapmalarına uygun olarak yaratılmıştır. Çünkü savan alanlarındaki ortamın rengi ile uyum içinde olmaları, düşmanları tarafından fark edilmelerini zorlaştırır.
Vücutları, hızlı koşmalarını sağlayacak biçimde yaratılmıştır: Zürafalar bir tehlike anında koşarak 50-70 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar. Zürafanın bu koşma şekli, onun vahşi hayvanlar tarafından yakalanmasını zorlaştırır.
Küçük gruplar halinde yaşamaları güvenli bir ortam oluşturur: Zürafalar bütün yavrularına birlikte bakarlar. Yetişkin zürafalar dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi sayesinde diğer anneler rahatlıkla yavru zürafaları bırakıp kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler.
Yüce Allah zürafaların uyuma şekillerini özel olarak yaratmıştır: Oturduklarında kalkmaları zor olduğundan, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak ayakta uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Ayrıca zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar, mutlaka aralarından biri nöbet tutar.
Anne zürafa ve yavru arasındaki iletişim Yüce Allah’ın rahmetinin tecellisidir: Doğumdan sonraki birkaç gün içinde anne zürafa, zamanını yavrusunu yalayarak ve koklayarak geçirir, bu şekilde hem yavru temizlenmiş olur hem de annesinin kokusunu öğrenir. Bu koku, anne ve yavrunun kalabalık bir sürünün içinde birbirlerini bulmaları gerektiğinde işe yarayacaktır.
Herhangi bir zorluk içinde olan yavru, annesinin dikkatini çekmek için çeşitli sesler çıkarır. Annesi de onu sesinden hemen tanır ve yardımına koşar. Zürafalar yavrularını hiç yanlarından ayırmazlar. Saldırıya uğradıklarında ise yavrularını vücutlarının altına iterler ve ön ayakları ile düşmanlarına sertçe vurarak saldırırlar.